Bölüm 25

6.6K 751 2.4K
                                    

Sam Smith
Writing's On The Wall (2015)

Bölüm 25

      Çaresizlik.

      Son iki haftayı özetleyen en iyi kelime buydu. İşler hiç kimse için yolunda gitmiyordu. Harry'nin durumunu bilen herkes bütün imkânlarıyla araştırma yapmaya devam ediyordu; ancak elle tutulur bir sonuca ulaşılamamıştı. Zamanla kaynakları azalıyor, çaresizlik artıyordu. Harry ise günden güne... ölüyordu işte.

      Ruhundaki parçalanma Harry'nin bakışlarına bile yansıyordu. Bu dünyadan daha sık kopuyor, bunu etrafındakilere yansıtmamaya çalışsa bile başarılı olamıyordu. Üstelik ölüyor olmanın bir anlamda huzur verdiğini kimseye söyleyemiyor ve bunun suçluluğuyla baş etmeye çalışıyordu. Ölmeyi hiç istemiyor ama bir o kadar da çok istiyordu. Düşüncelerinde bile araftaydı.

      Harry'nin her gün bir başkasıyla çaktırmadan vedalaşmasını görmek Draco'yu, Ron'u ve Hermione'yi mahvediyordu. Buna engel olmak için yapabilecekleri bir şey yoktu. Tamam, diyordu Harry, bir yolu varsa buluruz ama yoksa kimseye veda etmeden gitmek istemiyorum... Ona ne söyleyebilirlerdi ki? Nasıl vazgeçirebilirlerdi? Önce onlara veda etmişti Harry, önce onların kabullenmesini istemişti. Kendilerini en kötüye hazırlamaları gerektiği mesajını önce onlara vermişti. Kabullenmek istemiyor olmaları bazı gerçekleri ne yazık ki değiştirmiyordu.

      Herkese yüz yüze veda etme şansı olmadığı için bazılarına mektup yazmaya karar vermişti Harry. Andromeda, Molly, George... Mektuplarında 'veda' havası elbette yoktu. Öylesine hâl hatır soruyor, havadan sudan konulardan bahsediyordu. Durumunu bilenler dışında daha fazla insanı üzmek, onları tuhaf bir duygusal konuşmaya çekmek istemiyordu çünkü.

      Son birkaç gündür odadan çıkmaya hâli olmadığı için mektupları gönderme işini Draco üstlenmişti. Harry'nin verdiği zarfları Baykuşhane'ye götürmüş, hepsini gönderdikten sonra düşünceli bir şekilde çıkmıştı oradan. Dışarıda kar yağıyordu ve etraf karın tadını çıkarmak isteyen alt sınıflarla doluydu. Birbirlerine kar topları atıyor ya da birbirlerini kar yığıntılarına savuracak lanetlerle eğleniyorlardı.

      Draco ellerini ceplerine koymuş, ağır adımlarla kuleye doğru ilerliyordu. O sırada karnında hissettiği bir darbeyle dengesi bozuldu; ancak düşmesine yetecek kadar güçlü bir büyü değildi. Başını kaldırdığında iki Hufflepuff öğrencisinin endişeyle ona baktığını gördü.

      "Özür dileriz," dedi çocuklardan biri aceleyle.

      "İstemeden oldu," dedi diğeri. "Arkadaşımı hedef almıştım."

      Draco çocuklara birkaç saniye bakıp umursamazca kafasını salladı. "Dikkatli olun," diye uyardıktan sonra önüne dönüp birkaç adım attı. Sonra aklına doluşan düşünceyle olduğu yerde kaldı.

      Büyüyü hissetmişti.

      Bunun ne anlama gelebileceğini fark ettiği anda öyle bir endişe kapladı ki içini; olduğu yere yığılacak gibi oldu. Bacaklarındaki gücün tükendiğini hissetti, bir adım dahi atmaya gücü kalmadığına yemin edebilirdi; ancak koşmaya başladı. Kendinde bulduğu tüm güçle, önüne çıkan herkesi bir tarafa iterek kaleye doğru koşmaya devam etti.

      Bağdaş kurduğu yatağında Gelecek Postası'na göz atıyordu Harry. En azından dışarıdan bakıldığında öyle görünüyordu. Oysa artık harfleri bile seçemez hâldeydi, okuyamıyordu. Yazılara birkaç saniyeden daha fazla odaklanması imkânsızdı. Sürekli başının döndüğünü hissediyordu. Bunun sebebi zihninde aralıksız duyduğu sesler olabilirdi. Ölülerin sesleri, konuşmaları kafasında yankılanıp duruyordu. Harry artık kimin konuştuğunu seçemiyordu, tanımadığı kişileri bile duyduğuna yemin edebilirdi.

A Living Death | DrarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin