Arabaya bindiğimiz de koca bir sessizlik ve Güney'in sinirle karışık bakan gözleri vardı. Tek kelimemle patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Sinirlediğinde boynunda beliren damarlar yine yerini bulmuştu.
Bu defa arabayı daha normal kullanıyordu. İstanbul yoluna girmemiz gerekirken, Güney'in kabristan yoluna döndüğünü gördüm. Anlamayan gözlerle bakarken sessizliği bozdu.
" Annenle konuşmamız gereken şeyler var." dedi. Önce dalga geçtiğini düşünsem de sesinde ki ifade, ciddiyetinin ispatıydı.
"Ne yapmaya çalışıyorsun? " dedim. Suratıma baktıktan sonra konuşmaya devam etti.
"Seni ilgilendirmiyor." dedi.
Benim delirmem içindi sanki bu verdiği cevaplar. Güney'in genelde verdiği cevaplar hep böyleydi. Kurduğu uzun cümleler ender sayıdaydı.
Birkaç dakika sonra kabristana geldik. Ben önden yürüyerek Güney'i geride bıraktım. Mezarın başında anneme olanları anlatmaya başladım.
"Şimdi buraya biri gelecek anne. Aslında bakarsan onun yüzünden bu haldeyim. Seninle ne konuşacak bilmiyorum ama dediği hiçbir şeye inanma"
Annemin mezarının başına bir demet gül konulmasıyla Güney'in geldiğini fark ettim.
"Abartıyor." dedi samimi bir ses tonuyla. "Bu halde olması onun suçu, benim değil." Daha sonra gözlerime bakarak ekledi. "O tam bir bela."
Bugüne kadar birçok insan hakkında fikir edinebilmiştim. Güney farklıydı. Onun hakkında hiçbir fikire sahip değildim.
"Umarım gülleri sevmişsinizdir." dedi ve başıyla komut verdikten sonra arabaya doğru yürümeye başladı. Annemle vedalaşıp peşinden gittim.
Arabaya bineli yaklaşık iki saat olmuştu. Yarı uyanık halimle arabanın durduğunu fark ettim.
"Uyan." dedi emniyet kemerini açarken.
Gözlerimi açmaya çalışırken konuşmaya devam etti.
"Bir şeyler yemen lazım" dedi. Alaycı bir şekilde bana baktı ve "Bir bayılma vakasıyla daha uğraşamam." diye ekledi.
Peşinden yürümeye başladım. Tesis gibi bir yerde durmuştuk. Bir masaya oturduk. Menüye bakarken o tercihte bulunmuştu bile. Garsona istediklerimizi söyledikten etrafı seyretmeye başladım. Deli gibi uykum vardı. Aynı zamanda açtım. Birkaç dakika sonra servis yapıldı.
Yemeye başladıktan sonra Güney'in beni seyrettiğini gördüm. Ne yaptığını sorar gibi kafa salladım.
"Neden İzmir'e gittin?" dedi. Merak ettiği çok açıktı.
Lokmamı yutup konuşmaya başladım.
"Annesinin mezarı dışında hiçbir şeye sahip olmayan biri olarak nereye gitmeliydim?" dedim sesimin titrememesi için özen göstererek. Cevabım suratında ki ifadenin biraz da olsa değişmesine sebep olmuştu. Koca bir sessizlik dışında tek kelime etmedi. Hesabı ödedi ve arabaya geri döndük. Zaten biraz sonra da bu iki günün uykusuna bıraktım kendimi.
Güney'in koluma dokunması ile uyandım.
"Geldik." dedi en suratsız haliyle. Uykumdan tam olarak ayrılmış olamadığım için biraz sersemledim. "Galiba inmeyeceksin?" dedi dalga geçerek. Ters bakışlar atarak arabadan indim ve kapıyı sert bir şekilde kapattım. Arkamdan camını açtı ve seslendi.
Kendinden emin bir şekilde "Hangi cehenneme gidersen git seni bulurum Rüzgar kızı." dedi ve yoluna devam etti. Geri de bıraktığı koca bir karanlık oldu.
Zile bastım. Babam karşısında beni gördüğün de küçük bir şaşkınlık geçirdi. Önce anlamayan gözlerle baktı fakat benim için gerçekten endişelendiği her halinden belli oluyordu.
"Sana ne desem bilemiyorum Beren. Aramızda ki baba kız ilişkisi zayıf olabilir tamam ama ben senin babanım. Bunu bir daha unutma." dedi sinirle. Ardından "Uyumaya git" diye ekledi. Birkaç saniye baktıktan sonra odama çıktım. Kafamda ki soru işaretleri silinmiş miydi? Hayır. Ne yaptığımın farkında mıydım? Hayır. Peki ya Güney hakkındaki duygularım değişmiş miydi? İşte bu soruya cevap veremiyordum. Bende kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Yatağımda uyanmış olmanın verdiği rahatlıkla açtım gözlerimi. Okula gitmeliydim bu yüzden hazırlanmaya başladım.
Aşağı indiğimde babam gitmişti. Masa da her zaman ki gibi bir tost vardı, yanına da bir not bırakılmıştı.
"Evden çıkma yasağı koymamı istemiyorsan ortalardan kaybolma. Baban."
Bu defa çok kızgındı. Okulda yaşadığım şeyleri bilseydi belki daha anlayışlı olurdu. Evden çıktım ve okula gittim. Ezgi'yle Atakan beni gördüklerinde üzerime doğru yürümeye başladılar. Benimse o sırada gözüme çarpan tek şey karşı bankta oturan Güney ve hemen yanında fazla samimi olduğu kızdı. Biran vücudumda ki tüm kanın çekildiğini hissettim. Bilinmez bir boşluğa düştüm. Ne oluyordu bana? Düşüncelerim Atakan ve Ezgi yüzünden dağıldı.
"Çıldırmış olmalısın." dedi Ezgi. Deli gibi bağırıyordu. Atakan da "Ne kadar korktuğumuzu bilemezsin." diye ekledi.
"Ama şuan buradayım ve iyiyim." deyip sevimli gülücüklerle savunma yaptım. Fazla üstüme gelmemeyi seçtiler. Bu okulun, bu şehirin bana kazandırdığı tek şey onlardı. Bahçe de sanki uzun süredir birbirini görmemiş insanlar gibi sarılmıştık bu yüzden herkesin gözü üzerimizdeydi. Güney dahil.
Sınıfa gideceğimiz sırada kantinden su almak için ayrıldım. Herkes sınıflara girmeye başlamıştı. Merdivenlere yöneldim. Basamakları teker teker çıkarken son basamakta biri tarafında merdivenin hemen yanında ki sınıfa çekildim. Kafamı kaldırmamla Güney'i görmem bir olmuştu. Gözlerimin sanki en derinlerine işleyen bakışları ve yine sinirden belirmiş damarları oldukça belliydi.
"O herife ne demeye sarıldın?" diye kükredi. Nefes alışverişleri oldukça gürültülüydü.
"Seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum." dedim. Onun klasik cümlelerinden birini seçmiştim. Bu daha da fazla sinirlenmesine sebep olmuştu.
"Hem de herkesin içinde." dedi. Sanki ses tonunu ayarlayamıyor gibiydi. Sorusunun cevabını almadan vazgeçmeyecekti.
"O kız kimdi?" diyerek sorusuna cevap vermedim.
Gerçekten sinirli olduğunu belli eden bir bakış attı. "Soruma cevap ver." diye yineledi.
"Neden bu kadar merak ediyorsun, ortada seni ilgilendiren birşey yok." dedim aynı onun gibi. Sesimiz eminim dışarıdan duyuluyordu. Bir süre durduktan sonra cevap verdi.
"Anlamıyorsun değil mi? Seni ilgilendiren herşey beni de ilgilendiriyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖÇEBE
ChickLitYalnızlığın içine doğmuş bir kız. Gözü işinden baska birsey görmeyen bir baba. Parçaları kayıp bir yapboz. Bir aşk. İnsan nefret ederken aşık olabilir mi ? Nefret aşkı yok eder mi ? Yok olmuşluğun hikayesi.