Papa!

307 39 2
                                    


Papa!

Sol yanından damlayan kana parmaklarını sürterken nefes almanın giderek zorlaştığını hissediyordu. Gözleri odağını kaybetmiş, kızının sürüklenişini izlerken midesi bulanmıştı. Ayağa kalkıp dövüşmek istiyordu. Ama buna yetecek canı yoktu. Kızının çığlıkları eşinin ağlamalarına karışıyordu. Çok değil yalnızca birkaç hafta önce ona gitmesini yasakladığı sarayda huzur hakimdi. Adam kibrinin ve korkusunun ondan neyi aldığını şimdi daha net görüyordu. Parmaklarını hissetmemeye başlasa da kanın sıcaklığı hala oradaydı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Evlerini saran sessizlik büyüsü diğerlerinin uyanmasını, uyanıp da onları savunmak için bir şeyler yapmasını engelliyordu. Karanlığın en koyu olduğu saatlerdeydiler ve adam ölüyordu.

"Papa!" Kız boğazı yırtılırcasına bağırmaya devam ediyordu. Üzerinde beyaz geceliği olsa da ayakları çıplaktı. Asasına uzanma fırsatı bile bulamamış olmalıydı. "Papa!" İyiyim, demek için dudaklarını araladı. Nefesi hariç hiçbir ses çıkmayınca gözünden sızan bir damla yanağına kaydı. "Papa!" diye yineledi kız. "Uyanık kal!"

"Güzel bir ders oluyor değil mi?"

Adamın tepesinde dikilen maskelinin kahkahası kızın ve annesinin kanını dondurdu. "Senin gibi sesi yüksek çıkanların..." Asasını adama doğrultarak başını arkasında bekleyen adamlara eğdi. "Sesi kesilmeli!"

"Yapma!" Eşi boğazı yırtılana kadar bağırdı: "Yapma, yalvarırım!"

Ferma zamanının tükendiğini biliyordu. Pişmanlık duyduğu tek bir şey vardı: Sese'nin gitmesine izin vermemek... O zaman kızı bu kıyamete burada yakalanmazdı. Sese o zaman sürüklenmez, esir edilmez, onun ölümünü izlemek zorunda bırakılmazdı. Kızının havayı döven tekmelerini görebiliyordu. Ferma'nın aklında insanlardan öğrendiği o kelime dönüp duruyordu sürekli: Biçare. Sese ve Şaya bu kelimeye can vermişlerdi. Kızının gözlerinin sırılsıklam olduğunu, kollarını kavrayan ellerin ona Ninovia çeliğinden yapılma kelepçeler taktığını, uyku mahmurluğundan eser kalmayan yüz hatlarının acıyla gerildiğini görebiliyordu. Saçları dağılmıştı. Kızının güzelliği gözleri önünde solup gidiyordu ve adamın yapabileceği hiçbir şey yoktu.

"Kara Orman halkının güzel bir ders alması gerek Şaya!" Kadına dönerken asasını nazikçe havada salladı. "Boğazını kesip kafalarınızı kapılarının önüne atsak kimsenin haberi olmaz." Asasının ucundan dökülen kırmızı kıvılcımlar kana dönüşürken kadın çığlıklarla kıpırdandı. Asadan akan kanlar çoğaldıkça kocasının vücudunda derin kesikler açılıyordu. "Üstelik size dokunmama bile gerek yok!"

"Yalvarırım onu rahat bırakın!"

"Çok geç!"

Sırıttı ve asasını havada düz bir çizgi çizecek şekilde hareket ettirdi. Adamın boğazı kesilirken Sese neredeyse aklını kaybediyordu. Ferma parmaklarını boğazına dayasa da kanın akışını durduramadı. Kendi kanında boğularak can verirken o iri yarı bedeni sanki ufacık kalmıştı. Babasının katledilişi uzun süre Sese'nin kabuslarına dönüşecek, kız birkaç kez bu görüntülerden kurtulmak için kendini öldürmeyi deneyecekti. Oysa bunlardan çok daha öncesindelerdi. Sese hıçkırıklarla olduğu yere çökerken Şaya ağlayamayacak kadar tükenmişti. Boş bakışlarla bir ömür vazgeçmeden sevdiği adama bakıyordu. İçinde yaşayan ruh bedenini terk edip gitmiş olmalıydı. Aksi halde çevresindeki kıyameti izlerken bu kadar sessiz kalması mümkün değildi. Maskeli bir kez daha asasını havada savurduğunda kadını saran çelik sıkılaştı ve kadın o zaman irkilerek kendine geldi. Ağlamamak için direnirken "Ona zarar vermeyin," diye fısıldadı. Gözyaşları yanaklarını yarıp geçiyordu. Yalvarmanın hiçbir işe yaramadığını fark ederek "Onun yaşamasına izin verin," dedi sessizce. Kızı hala kendini paralıyordu. Şaya, yapılan büyü yüzünden sesi kesilmiş olsa da Sese'nin çığlık atmaya devam ettiğini görebiliyordu. Kızının yüzündeki dehşeti ömrü boyunca unutmayacaktı. "Lütfen."

Kızıl Kraliçe 2: Gelincik MevsimiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin