Bir hafta önce yayınladığım "Yeryüzü Canavarları" bölümünü okumuş muydunuz? :)
Kızıl Günler
Pan yeryüzünün sarsıntısıyla daldığı uykudan uyandı. Toprak çatlıyor, kırılıyor ve çöküyordu. Çığlık sesleri etrafa yayılırken asasını pelerinin cebinden çıkardı. Önce uğultular, ulumalar ve hırıltılı nefesler duyuldu, sonra karanlığın içinde bulanık karaltılar ortaya çıkmaya başladı. Pan daha o ilk anda anlamıştı; kıyametin canavarları uyanıyordu. Asasını hafifçe sallayıp altında uyudukları altın erik ağacının meyvelerini ışıklandırdı. Böylece bulundukları yer karanlıktan tamamen kurtulmuş, karanlık yarattığı halkanın dışında kalmıştı. Bakışları karanlığı dinleyen yaşlı Matisse'e takıldı. Miae onun görme duyusunu aldığından beridir kadın gün geçtikçe çökmüş ve yaşlanmış; üçüncü gözü küçülüp neredeyse bir nokta halini almıştı. Bu ceza yalnızca yaşlı Matisse'in görülerini değil, iki dünyayla olan bütün bağını da engellemişti. Aydınlığın sınırında beliren karaltıyla birlikte Matisse korkuyla geriye sıçrayıp olduğu yerde ufaldı. Onun seslerinden dahi korktuğu canavarlar aydınlığın çevresini sarmaya başlamıştı. Pan çürümüş, parçalanmış ve kararmış canavarlara doğru yaklaştı. Kan kırmızı gözlerinde beliren o dalgın ışıltı neredeyse bir soluk uzağında durduğu halde değişmemiş, Pan'ı parçalamaya yeltenmemişti. Bunun nedeni yalnız Pan'ın çok sevilmesi değildi; adam biliyordu. Bu aydınlık, bu gecenin içinde parlayan ışık kapsülü gecenin canavarlarının görmesini engelliyordu. İşaretlileri bulmalarına izin vermiyordu. Yüzü parçalanmış, derisi dökülmüş, gözlerindeki bütün ışık boğulmuş canavara bakarken içi acıdı. Sorrés'in köpekleriydi bunlar. Zamanında işkencelerle öldürülmüşlerdi. Yalnızca kötülüğü çağrıştırdıkları için... Yalnızca zehir karası oldukları için... Yalnızca atalarının canları öyle istediği için...
Matisse "Uyandılar," diye mırıldandı. "Değil mi?"
"Tam olarak değil..." Sorrés'in köpeklerinin gerisinde duran çürümüş insanlara, Stenlere, Santelere baktı. Hepsinde atalarının kanlı el izleri kalmıştı. Savaşlar, darbeler, katliamlar... Soyu, bütün bu karanlığı doğuran şeylerin başındaydı. "Henüz yeterince güçlü değiller."
"Bizi parçalamıyorlar."
"Onlar için fazla aydınlığız." Bir adım geriye çekilirken omuzları yeryüzünde sebep oldukları bütün ölümlerin ağırlığı ile çöktü. "Şimdilik." Ağaca çekilmiş, gözlerini korkuyla açmış dostlarına baktı. "Kırk günümüz var."
"Ne için?"
Dostuna cevap vereceği sırada Matisse araya girdi: "Yaşamak için."
Pan saydamlaşan gözlerini bir anlığına kapatıp burun kemerini sıktı. Daha kardeşinin yaşayıp yaşamadığından dahi emin değildi. Bu görev, bu zorlu görev dostlarının canını da tehlikeye atıyordu. Ancak Miae uyanıp da Ninovia ırkını dirilttiğinde gece ve gündüzün önemi kalmayacaktı. O zaman yaşamak zaten imkansızlaşacaktı. En azından onun gibiler için. En azından onun gibi hiç sevilmemiş ve ellerine kan bulaşmışlar için. Pan yeryüzünün sonuna varmıştı. Çakılmak üzere olduğunu hissediyor, kendiyle beraber yaşlı bir kara büyücüyü ve iki dostunu da sürüklüyordu. Ama başka şansları yoktu. Miae'yi iyileştirebilecek tek şey -ki öyle bir şey varsa- Füruz'du. Eğer uyananlar arasında değilse; eğer hala yaşıyorsa; eğer hala onu seviyorsa... Ki seviyordu. Füruz ölmüşse bile Miae'yi seviyordu. Ölmüşse bile, ölüme rağmen bile, yeniden dirilmeye ve çürümeye rağmen bile onu sevmekten vazgeçmezdi.
"Uyuyun," diye mırıldandı. "Sabah gün doğumu ile yola çıkmamız lazım."
Oysa kendisi hiç uyumadı. Gün doğana kadar ormanın derinliklerinden gelen acı feryatları dinledi. Gecenin canavarları efendileri uyanana kadar ona hizmet edeceklerdi. Korktuğu gün gelmişti. Korktuğu gün, Pan'ın hep beklediği o kara gün gelmişti. Büyük sevgilerin yarattığı büyük yıkımlara tanıktı. Gözleri önünde genç kadının neşeli dansları döndü. Kulaklarında tatlı kahkahaları çınladı. Miae hiç sevilmediği kadar çok sevilmişti. Sevmediği kadar diyemezdi; pek çok kişiyi hiç hak etmeseler de sevmeyi sürdürmüştü. Oysa... Ruth öldüğünde onu böylesine güçlü ve aydınlık kılan ilk dal kırılmıştı. Pan, onun gün be gün nasıl solduğundan haberdardı. Luna'nın mektuplarını okumuştu. Cevap yazabilecek durumda olmasa da Miae'ye olan şeyi öğrenmiş, her şeye tanık olmuştu. Sonra Füruz... Füruz'u yitirmişti genç kadın. Onu seven, onu iyi kılan son şeyi de ansızın yitirmişti. Ondan sevilme hissi sökülüp alınmıştı. Ondan sevilme umudu sökülüp alınmıştı. Ondan varlığını bütün kılan her şey sökülüp alınmıştı. Miae'yi el birliği ile karartmışlardı. O, Lestired, Areas, Errutua, Balerra ve hatta Luna... Onlar genç kadını yeryüzünün yedi kat dibine çekmişler, üzerini örtmüşler ve sessizce ölmesini dilemişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Kraliçe 2: Gelincik Mevsimi
FantasyMiae güzel bir düş gördü. Güzel bir anıya benzer... Herkesin hayatta olduğu, mutlu oldukları sıcak bir bahar günüydü. Ruth yaşıyordu. Yıldızlarla dolu bir gökyüzü gibi yaşıyordu. Gülümsedi. Füruz'un elleri ellerindeydi. Algos, Azel, Darlene, Luna...