Sisiam
Miae yüzündeki peçeyi indirirken tamamen boşaltılmış şehre bomboş gözlerle baktı. Sisiam'ı aramaya geldiği beşinci şehirdeydi. Kimse... Ah hiç kimse, bugünlerde kolay bulunabilir değildi. Sesi kesilen arkadaşları gibi, herkes sanki aynı anda sokaklardan çekilmişti. Miae yeryüzünün en kalabalık saklambaç oyununu oynuyormuş gibi hissediyordu. Kızıllığından pek de eser kalmayan saçlarından sıyrılan bir bukle kayarak gözleri önüne düştü. Öyle mecalsizdi ki saçlarının asiliğine söylenecek enerjiyi bile bulamıyordu. Saçlarını güçlükle dizginleyen kirli bez parçasının ucuyla alnını kuruladıktan sonra diğer ucunu yeniden yüzüne kapattı. İki kez asa çekmek zorunda kalmıştı. Ama kimseyi öldürmemiş, kimseyle düelloya tutuşmamıştı. Büyüyü sadece kendisini saklamak için kullanmıştı. Burnuyla omzuna dokunan Oasis'in yelelerini nazikçe okşayarak gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Kadının burada olacağını ummuştu. Bir insanın gidebileceği en uzak şehirlerden biri burasıydı. Ve burada yoksa... Ya daha içerideki şehirlerde saklanmış ya da esir alınmış demekti. Üçüncü bir ihtimali düşünmek dahi istemiyordu. Oasis'in hafifçe eğilmesiyle sırtına çıktı. Bu yolun dönüşü yoktu. Gerekirse yedi diyarı gezer yine de kadını bulurdu. Kararlı bir şekilde etrafına son kez baktı. Saklanan birkaç insanın karanlıkta parlayan gözlerini gördü. Onlara vaat edeceği bir şey olmadığı gibi onlardan korkmasına sebep olacak bir şey de kalmamıştı. Her iki taraf da acizlik içerisindeydi. Miae insanlarla biraz daha haşır neşir olmuş olsa hiç tereddüt etmeden 'biçareyiz' derdi. Siz de, biz de... Başını nezaketle eğerek insanları selamladı ve asasını havaya kaldırıp bin yıllık bir koruma büyüsü mırıldandı. Asasının ucundan yayılan bembeyaz ışık incecik bir tül ördü şehrin üstüne. Fırlattığı büyü bir süre için -ne kadar bir süre olduğunu o da kestiremiyordu- burada saklanan insanları her türlü büyüyle doğandan korurdu. Yaptığı büyüden memnun gerisine dönüp dörtnala uzaklaştı.
Buraya gelmek üç gün sürmüştü. Üç koca gün. Geldiği yolun çoğunda ölümlü topraklardan geçmişti. Kurumuş ağaçlara dokunmuştu. Ama gözleri kördü. Kulakları sağırdı. Zihni kapalıydı. Gerçekleri, gerçekte ne olduğunu ancak beş ay sonra, onu ve saraya sığınanları korumak için ölen Stenlerin yanmış evlerini gördüğünde anlayabilecekti. Ruth'u kaybetmek onun vicdanını susturmuştu. Aniden. Bu... Bu, Miae'nin bile kendinden beklemeyeceği bir şeydi. Bu yok oluş her şeyi beklenmeyen bir ölüm anına dönüştürmüştü. Ölmüş gibi hissetse de ölmediğini anlaması, o andan uyanması biraz uzun sürecekti. Ölümün insandan aldığı şey buydu: Yaşayanlara üzülmeyi bırakıyordunuz. Bir sonraki insan şehrine gitmek için yola koyulurken zihnine sıkışan bir ses sürekli mırıldanıyordu: "Bu delilik. Bu delilik. Bu delilik." Gerçekten de delilikti. Çünkü kadın, o şehrin uzun bir süredir Ayzaların işgalinde olduğunu biliyordu ama önemsemedi. Kibrinden değil de, ölüm korkusu kalmadığından ikinci kez düşünmedi. Hayatın getirecekleri öngörülemezdir, sayın okuyucu. Orada tanık olacağı savaş Miae'ye daha sonra, çok daha sonra bir düşü gerçekleştirmesinde yardımcı olacaktı. Küçük bir iyiliği, koca bir kasırga yaratacaktı. Şimdi değil! Birden bire hiç değil! Usulca bir kapı aralayacaktı. Zamanla büyüyüp olgunlaşacak bir bilgiyi doğuracak ve kadına armağan edecekti.
Kadın lanetle doğmuş olsa dahi...
Kadın lanetle yaşıyor olsa dahi...
Kadın lanetin kendisi olsa dahi... Yaptığı iyilik, bahşettiği, içinden gelen o iyilik; yeryüzünden önce yaratılan ilk nurun aydınlığını taşıyordu.
Gerisinde onu izleyen bir çift gözden habersiz uzaklaşırken herkesin içinde küçük de olsa bir umut bırakmıştı. Ruhbaz bile... Kadının yarattığı zarif kalkanı gördüğü anda belki de lanetin kırılabileceğini, yok olabileceğini düşünmüştü. Garip, yararsız bir umuttu. Hatta Zemfira'yı bu düşünce, bu küçük umut sinirlendirmişti bile ama... Neftis'in onda gördüğü şeyi Zemfira'nın görmesi mümkün değildi. Neftis kendisi gibi bir vahşi bulamıyordu kızda. Kaybettiklerine, kaybettiğine rağmen, dağılmış ve dağlanmış olmasına rağmen zarafetinden hiçbir şey kaybetmemişti kız. Hala iyiydi. Hala ona değenin içini acıtacak kadar iyiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Kraliçe 2: Gelincik Mevsimi
FantasiMiae güzel bir düş gördü. Güzel bir anıya benzer... Herkesin hayatta olduğu, mutlu oldukları sıcak bir bahar günüydü. Ruth yaşıyordu. Yıldızlarla dolu bir gökyüzü gibi yaşıyordu. Gülümsedi. Füruz'un elleri ellerindeydi. Algos, Azel, Darlene, Luna...