Bu çılgınlık!

339 42 1
                                    


Bu çılgınlık!

"Aklını mı yitirdin?" Darlene hazırlanan genç kadına bakarken cevap alamayacağı soruyu bir kez daha tekrarladı: "Aklını mı yitirdin Mi? Bu intihar!"

Asla bir cevap alamayacağını biliyordu aslında. Kadın konuşmayı bırakalı önümüzdeki günlerde tam üç ay olacaktı. Kendini akıl almaz bir sessizliğin içine gömmüş, dışarıya çıkıp Füruz'u beklemeye gittiği birkaç saat hariç, hiçbir yere gitmez, hiç kimseyle görüşmez olmuştu. Tam da bu nedenle, bugün onu hazırlanırken gördüğünde kötü bir şey olacağı içine doğmuştu kızın. Ruth'un seyahat pelerinini omuzlarında gördüğü anda da nereye gittiğini anlamıştı. Gözlerini sımsıkı kapatp derin bir nefes alırken sakinleşemeyeceğinin farkındaydı. Neredeyse bir insan gibi görünen Miae'ye çaresizlikle son bir bakış attı. Neredeyse. Eğer bu kadar aydınlık olmasaydı ve her yanı hilallerle sarılı olmasaydı tabii... Garip bir ışık vardı üzerinde. Garip, rahatsız edici bir ışık. Darlene onun gidişine engel olamayacağını çabucak anlamıştı. Sisiam'ı aramaya gidiyordu. Sisiam'ı...

"Mi lütfen!" Genç kadının önüne son kez atılarak kararlı bir ifade takındı. "En azından ben de seninle geleyim." Çaresiz bir sessizlik aralarında büyürken "Ruru için bir şeyler yapmak istediğini biliyorum," diye fısıldadı. "Ama bunu yalnız yapmak zorunda değilsin." Miae'nin ellerini nezaketle tuttu. "Bu sorumluluğu tek başına üstlenmek zorunda değilsin." Kadının kapkara kirpiklerinin dahi gölgelendiremediği elektrik mavisi bakışlarına incecik bir yeşillik dağıldı. "Lütfen."

Kadın ellerini Darlene'in ellerinden çekerken küçük bir baş hareketiyle onayladı. Kalbinin içinde büyüyen ne varsa kızın bunda hiçbir suçu yoktu. Onun yanında olmak; uğursuz ve karanlık bir gelecek barındırıyordu içinde. Ve Miae kızın gelmesine izin verse de tatsız bir endişe her yanını sarıyordu. Bir kez daha sevdiği birinin kolları arasında ölüşünü izlemektense bin kez ölmeyi yeğlerdi. İçinde yanan o kırk mum, o kırk yıllık acı geçmiyorsa da çoğalmasın istiyordu. Yine de itiraz etmeye gücü yoktu. Kızın yanından geçerken peşinde lanetli bir ruhu sürüklediğini hissediyordu. Merdivenleri ruhsuzca inerek onu bekleyen Oasis'in yanına doğru yarı koşar adımlarla ilerledi. Eskiye ait, ona iyi gelen pek az şey varsa eğer, bu kısa listenin neredeyse en yukarısında bu at geliyordu. Oasis'in yelelerini sevgiyle okşarken Darlene'in atının gelmesini endişeli bir şekilde bekliyordu. İçinde yükselen sıkıntıya rağmen kızı burada bırakıp gidemeyeceğinden, onu geride bıraksa bile kızın peşinden geleceğinden emindi. Ve Oasis'in yellerini okşarken aklında sürekli Darlene'in tek başına bir tuzağa sürüklendiği beliriyordu. Bu göze alamayacağı tek riskti. Çünkü kız istikrarlı ve neredeyse garip denilecek bir şekilde yanında olma çabası güdüyordu ve Miae yıllar önce böyle çaba harcayarak kendini akıl almaz zararlara sürükleyen birini daha tanıyordu; Luna'yı. Darlene'in kendine zarar vermesini engellemenin tek yolu onunla birlikte hareket etmesiydi.

"Artık küçük değilim," diye mırıldanan kıza bakarken dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme geçti -ki gülümseme demeye bin şahit isterdi. "Ben bir büyü yaratıcıyım, Mi. Seni de, kendimi de koruyabilirim."

Öyle düşünüyordu. Oysa Miae, gerçeğin öyle olmayacağını biliyordu. O -sözde- son bin yılın en iyi büyücüsüydü ama Ruth ölürken elinden hiçbir şey gelmemişti. Kalbini sıkan elin nefesini kestiğini hissederek dudaklarını araladı. Adam ölürken onu kollarına çekip ağlamak ve yalvarmak dışında hiçbir şey yapamamıştı. Bütün tarihin en iyi büyücüsü olsa bile onu ölümden geri getirememişti. Gözlerinde karanlık bir bakış belirdi: Hiç gerçek bir ölüm gördün mü?

"Hayır." Sakince soluklandı. "Hayır, görmedim." Dostunun yorgunluğunu almak istercesine ve belki de biraz da teselli edercesine gülümsedi. "Ve umarım asla görmem de."

Kızıl Kraliçe 2: Gelincik MevsimiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin