“Bana ne zaman anlatacaktın?” Isabel, Adrian’ın camın önünde olduğunu biliyordu. Bütün gece onun başında beklemişti. Hatta bir ara uyuyakalmıştı ve Isabel, onun üzerine bir örtü örtmemek için kendini çok zor tutmuştu. Hasta olmasını istemiyordu. Uyandığında her yerinin tutulacağını bilse de bunu yapamazdı. Onun uyuduğunu düşünmeliydi.
“Mektubu artık önemsemediğini sanıyordum.” Adrian bıkmış bir ifadeyle kadına döndüğünde gözleriyle neredeyse yalvarıyordu. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen, adamdaki çöküş oldukça belirgindi. Gözlerinin altı morarmış, saçlarını dağılmış durumdaydı. Kıyafetleri de o kadar düzensizdi ki, kadın onun bir kavgadan çıkınca da bu hale gelebileceğini düşünüyordu. Ona baktıkça canı yanıyor, üzülüyordu. Kendi lanet etmekle kalmayıp, ölmek istiyordu. Ona bunu yapmaya hakkı yoktu.
“Onu dememiştim. Florence’i sevdiğini, daha ne kadar saklayacaksın?” Isabel, bunları söylerken sesine sahip çıkamamıştı. Çatlayan sesi onu ele verse de ağlamamıştı. Bu yüzden Adrian ona acı dolu bir ifadeyle bakmakla yetinmişti.
“O öldü, Isabel. Onu sevmiştim. Ama yaptıklarını öğrendikten sonra, ona nasıl değer verebilirim?” Adamın gözlerindeki ifade acı çeker gibiydi. Yalan mı söylüyordu? Bunun için mi üzgündü bu kadar?
“Bunları söylerken bile ağlayacak gibisin. İnanmamı beklemiyorsun değil mi?” Isabel, soğukkanlılığını korumuştu. Böyle olması gerekiyordu. Diğer türlü bu olay açıklığa kavuşmayacaktı.
“Isabel, Tanrım! Anlamıyorsun. Bunun için üzülüyorum, evet. Ama onu unuttuğumu bilmelisin. Bir kalp, iki kişiyi birden taşıyamaz.” Adrian dediklerinde oldukça haklıydı. Adrian’ın, Isabel’in kalbindeki yeri o kadar çoktu ki, kadın bunun verdiği ağırlıkla daha çok üzülüyordu. Onun kendisine değer vermediğini, sevmediğini bilmek çok acı vericiydi.
“Evet, beni sevmediğini söylemenin kibar yolunu bulmuşsun.” Hıçkırıkla karışık histerik bir kahkaha attıktan sonra onun gözlerine baktı. Baktı ve her şeyi görmesini istedi. Ne kadar üzüldüğünü, acı çektiğini ve yıprandığını.. Artık buna devam etmek istemiyordu. Acı çekmek istemiyor, mutlu olmak istiyordu. Ama o olmadan nasıl mutlu olacaktı? Bunun bir anlamı yoktu. O, yalnız ölecekti. Sevdiği adam, ölene kadar Florence’i unutamayacak ve ona, onun baktığı gibi aşkla, sevgiyle, şehvetle bakmayacaktı. Bunun düşüncesi kadının midesini bulandırmıştı. Yüzünü buruşturduğunda Adrian öne atılmıştı.
“Isabel, seni sevdiğimi sana kaç kere söyleyeceğim? Florence için artık sadece üzülüyorum. Ona acıyorum. Bir adamı yaşarken öldürdüğü için ve bana bu oyunu oynadığı için. Aslında, o hiçbir duyguyu hak etmiyor. Yine de sadece üzülmekle kalıyorum.” Yatağa yaklaşıp kadının ellerini avucunun içine almıştı. “Seni severken nasıl başka birine aşık olduğumu söylersin?” Avucunun içinde tuttuğu ellerine birer öpücük kondurdu. “Ben sana aşığım, Isabel.” Isabel ne yapacağını, ne diyeceğini bilmiyordu. İnanmak istiyor ama inanamıyordu. Aslında söyledikleri o kadar inandırıcıydı ki.. Bunlara inanmalı ve kendine mutlu olma hakkı tanımalıydı.
“Buna inanmak istiyorum.” Isabel, hala ona inandığını söylememişti. Adrian bir şekilde onu inandırmanın yolunu bulmalıydı. Nasıl yapacağını bilmiyordu. Bilse, hemen yapmaya hazırdı. Her şeyi yapabilirdi.
“Bana inanmalısın, sevgilim.” Dudaklarına bir öpücük kondurdu. “Seni gerçekten çok seviyorum.” Adrian ne yapacağını bulmuştu. Ama bunu kadına söylemeyecekti.
“Şimdi, bir şeyler yemeli ve dinlenmeye devam etmelisin. Sabaha burada olacağım.” Adrian nereye gittiğini söylemeden uzaklaşmıştı. Gece burada olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Kurban
Romance-Bana aşık olabilir misin? -Asla. -Ben de öyle düşünmüştüm, sevgilim. Sanırım ben de sana 'asla' aşık olmayacağım. -...