7. Bölüm

11.9K 589 10
                                    

“Lordum, size bir mektup geldi. Adını söylemek istemeyen biri bıraktı ve koşar adımlarla buradan uzaklaştı.” Adrian başını kaldırıp, kahyasına baktığında elindeki mektubun mührü dikkatini çekmişti. Bunu çok çok uzun zaman önce görmüştü ve gecelerce unutmaya çalıştığı kabuslarına girmişti.

“Bırakıp çıkabilirsin.” Mektubu alıp incelemeye başladığında, parmaklarını mührün üzerinde dolaştırdı. Bu, kesinlikle görmek istemediği bir şekildi. Tanrı aşkına, bu adamlar ondan daha ne istiyordu ki! Zaten hayatının anlamı, kendinden çok sevdiği Florence’ini ondan almamışlar mıydı? Onu öldürmüş ve sonra da bir mektupla ona neler yaptıklarını anlatmışlardı. Bunlar adamın aklına geldikçe sinirleniyor ve yumruklarını sıkıyordu. Bedeni kaskatı kesilmişti. Oysa o gece Florence’e güven verdiğini sanıyordu. Hiç uyumamalıydı, onu hiç bırakmamalıydı.. Hepsi ama hepsi onun yüzündendi!

“Lütfen,” demişti Florence. “Bırak. Bırak gideyim.” Adrian genç kadını göğsünden zorlukla uzaklaştırabilmiş, yüzünü ellerinin arasına almıştı. Florence’in gözlerinden yanaklarına, dudaklarına, boynuna düşen gözyaşlarından tek bir damla bile kalmasına tahammül edemez gibi, onları dudaklarıyla silmişti. “Asla,” demişti kollarını korumak istercesine kadının bedenine dolayıp. “Buna asla izin veremem.” “Sana zarar-” “Bana hiç, hiçbir şey yapamayacaklar.” Florence’in göz pınarları ise Adrian’ın tavrına boyun eğmemişti. Adam karısını böyle görmeye dayanamayacağını biliyordu. Ona sarılıp yüzünü kadının saçlarına gömdüğünde o yüz ifadesini, dolmuş gözleri aklından silecekmiş gibi gözlerini sıkıca kapatmıştı. Genç kadın, o gün bu konu hakkında bir defa daha konuşmamıştı. Keşke, diye düşünmüştü Adrian. Keşke konuşsaydı. Ama Adrian’ın pişmanlığı yalnızca buna değildi. O andan itibaren sessizleşen karısını anlamaya çalışmak yerine onun fikri kabullendiğini düşünmüş, üstüne gitmemesi gerektiğine karar vermişti. Kendine öylesine güvenmişti ki, tüm kibriyle tehditlerin doruğa vardığı o geceyi sıradan saymış, rahatça Florence’e sırtını dönüp uyuyabilmişti. Rahatça karısını soysuz kurtların, İskoçların önüne atabilmişti.

Karısının ölmesine sebep olan barbarlar, tekrar geliyorlar. Gece ona bir sürü şey yapmış ve bu iğrençlikleri bir mektupla anlatmaya cesaret etmişler. Adam ondan sonra geçen günleri hatırlayamıyordu. Kendini içkiye vermişti. Hiçbir şey düşünmüyor sinirlendikçe kütüphanesinden bir kitap seçiyor ve boşluğa fırlatıyordu. En büyük yardımcısı Luke olmuştu. Onu o durumdan çekip çıkaran, hayata sarılmasını sağlayan dostuydu. Onun biraz daha güven hak ettiğini düşünmeden edemedi. Mektubu, parmaklarının arasında tutarken, gözyaşlarını tutamamıştı. Florence için akan yaşlar, mektubu ıslatıyordu. Onu artık açma vakti gelmişti. Bu sefer istedikleri şey her neyse onlara vermeyecekti. Ona ait tek bir şeyi bile alamayacaklardı.

“Villiers Dükü’ne;

Sevgili dostum, görüşmeyeli ne kadar uzun zaman oldu değil mi? Adımı bahşetme gereği duymadım. Tabi ki beni –bizi-, hatırlıyorsun. Biz de seni ve daha çok eski güzel karının bedenini ve çığlıklarını hatırlıyoruz. Eğlenceli günlerdi doğrusu. Bir İskoç’la evlendiğini duyduk ve onu görmeye geliyoruz. Bunun seni rahatsız edeceğini düşünmüyoruz. Sen mektubu aldıktan sonra yakın bir zaman da gelmiş olacağız. En fazla birkaç saat. Bizi özlediğini düşünüyoruz, o yüzden hepimiz gelmeye karar verdik.

Dostum, karının güzelliği dillere destanmış? Florence kadar güzel mi peki? Ah, o kadar güzel bir kadın olacağını sanmıyorum ama yine de güzeldir. Geldiğimizde göreceğiz. Konaklamak için bir yer ayarladık, rahatsız olmana gerek yok. Gerçi bizi ağırlamaktan memnuniyet duyacağını biliyorduk ama önemi yok. Başka bir zamana artık.

Tatlı KurbanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin