Isabel, uyandığında Alex'in onu kucağında taşıdığını fark etmişti. Ne kadar süredir uyuyordu? Baş ağrısı hala geçmemişti ve tek düşünebildiği Adrian'ın neden gelmediğiydi. Nefes aldığı sürece onu düşünecek ve acı çekecekti. Bu nasıl lanet bir şeydi böyle? Kendini kurtarmalıydı. Anıları, onu mutlu etmeliydi. Hiç değilse bunu umut ediyordu.
Adamın onu taşımasına ve yatağa yatırmasına izin verdi. Uyandığını belli edecek en ufak bir davranışı yoktu. Parmaklarını bile oynatmamıştı. Çırpınabilir, ona kendisini bırakması için bağırabilirdi. Ama bunu yapacak gücü bulamıyordu. Çok yorgundu. Öğrendikleri ve yaşadıkları ona yeterli olmuştu. Alex, onu yatırdıktan sonra odadan çıkmış işlerini halletmeye gitmişti. Pederle konuşmalıydı. Birkaç saat içinde kadınla evlenmezse, Adrian'ın bir şekilde ona ulaşacağını biliyordu. Douglas, o geldiğinde adamı öldüreceğini söylemişti ama bundan korkuyordu. Bir şekilde elinden kaçıp Isabel'i almaya geldiğinde, kadınla evlenmiş olmalıydı.
Isabel, yatmaktan bedeni ağrıyana kadar uzandı. Kalkmalı ve yürümeliydi. Belki de koşmalı. Ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu. Kapıyı yavaşça açıp, aşağıya yöneldi. Evin dışına çıktığındaysa burnuna dolan temiz hava, kadını biraz da olsa kendine getirmişti. Gökyüzüne baktı ve iç geçirdi. Adrian'ı görmek için bir kuş olmayı diledi. Sonra da saçmaladığını fark ederek güldü. Ağzından çıkan ses kadını şaşırtmıştı. Ne zamandır konuşmuyordu acaba. Hep bir şeyler eksikliğini hissediyordu. Eksik olan şey kocasıydı. Ya da eski kocası. Adrian, onu bırakmak istemişti. Düşünce beynini eline geçirip gözyaşlarını tekrar dışarı bıraktığında, hizmetlilerden biri koşarak yanına geldi.
"Efendim, bir şey mi oldu?" Adamın sesi o kadar telaşlıydı ki, onu daha fazla korkutmamak için elini bir şeyler yok anlamında salladı.
"İyiyim." Sesinin çatlaması umurunda değildi. "Ben biraz çevreyi dolaşacağım." Dedikten sonra oradan uzaklaşmaya başladı. Alex'in gelemeyeceği her yere gidebilirdi. O adamı görmektense her şeyi yapardı. Adını duymak bile kadını iğrendirmeye yetiyordu. Evin arkasına ilerleyip biraz uzaklaştı. Kâhyanın ya da herhangi bir hizmetçinin göremeyeceği mesafeye geldikten sonra koşmaya başladı. Nereye gittiğine dair en ufak fikri yoktu. Sadece ama sadece buradan gidiyordu. Alex'ten ve onun iğrenç fikirlerinden uzaklaşıyordu. Hava soğumuştu ve nem vücuduna çarpıyordu. O kadar hızlı koşmuştu ki bir süre sonra olduğu yere yığıldı ve derin soluklar almaya başladı. Yorgundu ve bu kadar koşmak ona iyi gelmemişti. Yine de o iğrenç adamdan uzaklaştığını bilmek iyi geliyordu. Belki kaçtıktan sonra Adrian'ı bulabilirdi. Aklına gelen düşünce, geldiği gibi hızlıca gitmişti.
"Onu sen bıraktın!" diye kendi kendine bağırdı. Tekrar gidemezdi. Adrian, eğer onu görmek isteseydi gelirdi. Belki onu hala odada sanıyordu. Bakma zahmetine bile girmemişti. Kadın, ayağa kalkıp ilerlemeye başladı. Hava kararmaya başlamıştı ve güneş yerini karanlığa bırakıyordu.
"Belki sadece saçma bir hayaldi." Diye mırıldandı. Karşısında gördüğü deniz, ona huzur veriyordu. İlerleyerek güneşin batışını daha net görebileceği bir düzlüğe geldi. Kimse ama hiç kimse yoktu. Sanki evren onu tek başına bırakmak istiyordu.
"Ya da aşk gerçekten saçma bir şey." Kendi kendine konuşmaya devam ederken, nerede olduğunu fark etmemişti. Güneşin büyüsüne kapılmış, yaydığı kızıl-pembe ışıkların denizde yayılmasını izliyordu. Dalgalar sanki pembeliği ona taşırcasına kayalara vuruyordu. Başını eğip aşağıya baktığında, yükseklik korkusunu atlattığını gördü. Dalgalar kayalara vurdukça köpürüyor, ona güzel bir görüntü bahşediyordu. Dalgalar onu kendine çekmek istercesine her çarpışında daha da yükseğe çıkmaya çalışıyor ama onu ulaşamıyordu. Tanecikler halinde tekrar denize dönüp, onu da orada bekliyorlardı.
"Aklımı kaçıracağımı biliyordum." Isabel, artık saçmalamayı da bırakmıştı. Kendi kendine konuştuğunun farkında olsa da bir şeyler yapmıyordu. Aksine, bu ona huzur veriyordu. Uçurumun kenarına oturup gözyaşlarını akıtmaya devam etti. Sanki orada gözyaşları bitene kadar ağlarsa, bütün sorunları çözülecekti. Güneş iyice batıp, son ışıkları denize vurmaya başlayıncaya kadar ağladı. Gözyaşları yanaklarında kuruyup, yenileri akmayıncaya kadar sessizce iç çekti.
"Belki de dönmem gerekiyor." Bir süre duraksadı ve devam etti. "Evime." Gülümsemişti. Alex'in evini kastetmiyordu. Geldiği yeri düşünüyordu. Mutlu bir yerden geliyor olmalıydı. Çünkü dünyaya gelen her çocuk mutluydu. Ayağa kalkmadan aşağıya bakmaya devam etti. Hava soğumuş ve soğukta vücuduna işlemişti. Mosmor olmuş dudaklarına dokunup kocasını düşündü. Adrian'ı son kez hatırlamalıydı.
"Belki de onu hiç bırakmamalı, beni bırakamayacağını söylemeliydim. Hepsi benim suçum." Denize bakarak konuşuyordu. Ona anlatacaktı. Kararını vermişti ve bunu uygulayacaktı.
"O benim iyiliğimi düşünüyordu." Gözlerinden süzülmeye başlayan yaşlar, eskilerini çokta aratmamıştı. "Üzülmemi istememişti." Hıçkırıkları bedenini esir aldığında, gözleri boşluğa odaklanmıştı.
"Ama ben ne yaptım? Onu bırakıp kaçtım. Her şeyi mahvettim." Elleriyle yüzünü kapatıp derin nefesler almaya çalıştı.
"Şimdi de burayı bırakacağım." Kararlı bir şekilde ayağa kalkıp aşağıya baktı. Onu çağıran deniz, sanki şimdi şiddetlenmişti. Onun geleceğini biliyormuşçasına daha da sert çarpıyordu kayalara.
"Seni sevemediğim için üzgünüm. Senin için yeterince iyi biri olmadığım için.." Kadın devam edemedi. O kadar ağlamıştı ki, gözyaşları bitmiş olmalıydı. Ama hala yüzünü yeni yaşlar yıkıyordu.
"Seni sonsuza dek seveceğim, Adrian.." Ağzından onun adını duymak kadına iyi gelmişti. Hiç değilse mutlu bir şekilde ölecekti.
"Senin buraya gelmeni, bana sarılmanı ve beni sevdiğini söylemeni o kadar istiyorum ki. Artık istemek bile acı verici, sevgilim." Cümleleri kadının ağzından hızla çıkıyordu. Artık beklemenin hiçbir anlamı yoktu. Neyi bekliyordu ki? Bir hayali mi?
"Seni seviyorum." Diye mırıldanıp bir ayağını boşluğa attı. Arkasından gelen sesle irkilip ona dönmeye çalıştığında dengesini kaybetmeden önce sadece onun yüzünü görebilmişti.
Adrian.. Oradaydı ve onun için gelmişti. Gözyaşları gözlerinden akarken hızlıca kayalara çakıldığını fark etti. Vücudundan akan kanı hissedebiliyor, gittikçe soğuğa doğru çekiliyordu.
"Yapma!" demişti ona. Ölmesini istememişti. Yüzünde görebildiği ifade onu mutlu etmeye yeterdi. Dalgalar onu denizin içine sürüklerken kendini bıraktı. Ağzından çıkan hava kabarcıklarını göremiyordu. Görüşü bulanıklaşmış iyice derinlere gömülmüştü. Tuzlu suyun yaralarını yakması gerektiğini düşünüyordu. Ama hayır, canı yanmıyordu. Adrian'ı düşünerek gülümsedi ve zihni karardığındaysa yüzünden okunan tek şey mutlu olduğuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Kurban
Roman d'amour-Bana aşık olabilir misin? -Asla. -Ben de öyle düşünmüştüm, sevgilim. Sanırım ben de sana 'asla' aşık olmayacağım. -...