..."Hapset kendini karanlığa, kapat kalbinin odacıklarını insanlara.
Bir tek sen duy haykırışlarını, işitmesin kimse sessiz çığlıklarını.
Herkes seni yaşıyor sanarken, sen as kendini yine darağacında.
Budur senin hikayenin sonu, doğmamış çocukların masalı."...
Sinirin insana verdiği en kötü his buydu işte. İstemediğin, ayaklarının gitmediği, kendini sürekli ittiğin her durumun içinde tekrar tekrar bulmak. Ayaklarıma prangalar bağlasam bile dönüp dolaşım geldiğim yer bu kapı oluyordu benim. Yıllarca kaçmıştım bu kapılardan, kendimi olduğunca çekmiştim Ağça'dan, benden nefret etmesin, tamam, beni sevmesin ama benden nefret de etmesin diye çabalamıştım. Sevgi önemli bir kavram değildi en nihayetinde benim için, birisini severdim ya da sevmezdim ama yine de yanımda tutardım o insanları, aynı masaya oturur, aynı yemeği yerdim.
Ama nefret ediyorsam, işler değişirdi. Öldürmeden duramazdım, kaçmadan, görmezden gelmeden, iliklerime kadar tiksintiyle dolmadan başka bir şey yapamazdım hayatımda. Zaten Hükümdarlar dışında da nefret ettiğim kim varsa sürmüştüm bu dünyadan. Öyle alelade bir his değildi benim için nefret, tüm damarlarımı tıkamışsa, nefesimi kesiyorsa, canımı yakıyorsa bu his; benden başkası önemli olmazdı o an. Hep böyle ilerlemişti yaşamım boyunca.
Şimdi vicdan mahkemelerim kendine yıllar önce kilit vurmuşken, bugün tekrar açılmaya zorlanıyordu.
Ağça'ya ne yaparsa yapsın, en fazla tehdit savurabiliyordum işte. Zarar veremeyeceğimden değildi, istemediğimdendi. Onun kanatları kopsa, ben uçmayı bırakırdım. Ayaklarına dikenler batsa, ben yere düşerdim. Bunu biliyordu, kullanmaktan da vazgeçmiyordu hiçbir zaman.
Şimdi onun odasında, beyaz örtülerle kapanmış yatağının kenarında otururken, omuzlarımı dik tutmak adına kollarımı yaslamıştım kenarlara. Bugünlerde üstüme yük bindikçe biniyordu, her şey çok farklı ilerliyordu. Gözlerimi diktim Ağça'nın çok sevdiği halısına, bazen burada oturur bütün gün yatar elinde telefonuyla oyunlar oynardı ya da bütün o sosyal medya hesaplarında dolanır dururdu. Severdi bu halıyı.
Odanın kapısı açıldığı an, Ağça'nın kahkahalarla dolu sesi de odaya birlikte girdi. Başımı kaldırdım daha net görmek için, üstüne beyaz bir tişört giymiş, altına mavi kot pantolonunu giymişti. Bir elinde ceketini tutarken, diğer elinde de telefonu kulağına yapıştırmıştı, açık saçları arasında telefonun ışığı parlıyordu. Beni fark etmeden kapısının hemen yanında bulunan banyosunun kapısını açtı.
"Evet bebeğim, dışarıda vakit geçirdik. Birkaç gün sonrası için de sözleştik..." Banyoya girdiği an sesi boğuk gelmeye başladı. Daha iyi duymak için yataktan kalkıp birkaç büyük adımda banyosunun kapısına ilerledim. "Off, bilmiyorum ama çok kafa çocuk. Komik de baya, hem de yakışıklı. Beğendim gerçekten. Sadece fazla takıntılı..." Üstündeki tişörtü çıkarıp bir kenara fırlattı. Mermer lavabo zeminin üstündeki malzemelerden birini alıp beyaz pamuğa dökerek yüzüne sürmeye başladı. " Evet ona... Yok ben hallederim be. Ben Merzüm'ü dize getirdim onu mu getiremeyeceğim."
Bir kahkaha daha attı.
Tam o anda gözleri, siyahlara bürünmüş, yüzünde tek bir ifade barındırmadan banyo kapısının önünde dikilen ve gözlerini ona kilitlemiş olan bana baktı. Göz bebekleri büyürken korkuyla dudaklarından bir çığlık kaçtı, telefonu da anın korkusuyla yeri boyladı.
Ben olduğumu anlayınca, elini göğsüne götürüp derin nefesler verdi kendini dizginlerken. Bakışlarını yere düşürdüğü telefonuna çevirdi, hattın diğer ucundan ses gelmeye devam ediyordu. Uzanıp telefonu aldı, kapatıp cebine tıkıştırdığında kalçasını mermer zemine yaslarken bana dikti sinirli gözlerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞ ÇIKMAZI |18
Teen FictionBen şeytandım, ateşin kızıydım, hainliğin doğduğu toprakları yaratandım, cennetin yerlilerinin kovulmasını sağlayan o yılandım, kendi istedikleri için cennetinden kaçan o kadındım. Ben çok fazlaydım, beni tanımak istiyorsan benimle savaşmalıydın. Be...