...Zehirlere maruz kalmıştı zihni. Ellerinde var olan yanık izleri.
Cebinde taşıdığı küçük ateş. Ruhunda taşıdığı cehennem.
Yakıp kül edecekti dünyayı.
Küçük bir çocuk, alaşağı edecekti tüm varlıkları....
Elimdeki topu duvara atarken sekip tekrar avuçlarıma düşmesini izledim, yaklaşık yarım saattir yaptığım gibi. Kırmızı top avuçlarımdan gittiğinde yere çarpıyor, çarpmanın etkisiyle duvara gidiyor ve tekrar yere çarpıp elime geliyordu.
Ben de yarım saattir topun mekaniğini izler gibi izliyordum gidişini ve tekrar gelişini. Felsefi terimler üretemeyecek, bu durumdan ilerideki nesillere ders niteliğinde kullanacağı bir söz çıkaramayacaktım.
Zaten zihnim yeterince doluydu, bir de kelimeler türetip iyice kendimi boğamazdım. Top son kez yere çarpıp ellerime ulaştığında yakaladım ve odanın bir köşesine gelişi güzel fırlattım. Dönen deri sandalyenin tekerini kaydırıp masanın diğer ucundaki dosyaları çıkarttım önüme.
Biraz çalışırsam belki de kendime gelirdim.
Dosyalar şirketin bu ay olan cirosuyla alakalıydı. Geçen aya göre düşüş yaşamıştık biraz, bunda o aptal Yalım'ın da etkisi vardı. Tek bir gün bile bizim için önemliydi ve o neredeyse çoğu saatimizi alan bir hack yapmıştı boş yere.
Bu arkadaş grubu artık sinirlerimi iyice bozmaya başlamıştı. Birisi aşık bir hacker, birisi korkak başrol, birisi sessiz adam diğeri de genç mafyaydı. Kurgusal aptal karakterlere benziyorlardı. En sonunda ya hepsini öldürecektim ya da çıldırmalarına sebep olacaktım.
Kapının açılma sesiyle başımı o tarafa çevirdiğimde yüzünde muzip bir ifadeyle içeri giren Aytaç göründü. Kapıyı ardından kapatırken birkaç uzun adımda karşımdaki koltuğa oturdu. Bacağını dizinin üstüne koydu rahatça bana bakarken.
"Saldırı olmuş?" dedi sorgular bir ifadeyle. Başımla onayladım ses vermeden.
"Karşılık verelim mi?" Geriye yaslanıp bükülen sırtımı düzelttim. Parmaklarımı birbirine geçirip bacaklarımın üstüne koyarken baş parmaklarımı birbirinin etrafında çeviriyordum istemsiz bir hareketle.
"Başka planım var." Başıyla onayladı elini çenesinin altında gezdirirken. Benden birkaç saniye konuşmamı bekledi ama bir şey işitmeyince dudaklarını aralamadan genzinden öksürdü ve bu da onun dilinde seni rahatsız edecek bir soru soracağım demekti.
Masanın üstünde duran kahveme baktım. Tamamen soğumuştu, koyu tonu yerinde dururken üstünde bulut benzeri bir su birikintisi vardı. Odaya ışık girmiyordu, pencereden sızan küçük güneş ışığı bile yalnızca yere vuruyor, aydınlatmayı beceremiyordu.
Bu uykusuzluktan ağrıyan başım için iyiydi.
"Sanırım..." dedi Aytaç dudakları arasındaki sözleri artık dökerken. "Açelya'da varmış."
Başımı geriye yaslayıp derin bir nefes çektim. Arabaya bindiğimiz zaman, ne Açelya ne de Ares tek kelime ediyordu. Barut'un sözlerinden sonra daha fazla olay çıkartmamak için onu kolumla itiştirmiş arabaya binmiştim hızla. Diğerleri de yerini aldığında son sürat basıp gitmiştim hastaneden.
Yol boyu dudaklarımızdan hiçbir kelime çıkmadı. Açelya yalnızca uzayıp giden yola bakıyor, başını arabanın koltuğuna yaslamış sessizce düşünüyordu. Ares, ağrıları yüzünden arka tarafa geçmişti ve koltuklara boylu boyunca uzanmıştı. Bir elini başının arkasına atıp uyumaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞ ÇIKMAZI |18
Teen FictionBen şeytandım, ateşin kızıydım, hainliğin doğduğu toprakları yaratandım, cennetin yerlilerinin kovulmasını sağlayan o yılandım, kendi istedikleri için cennetinden kaçan o kadındım. Ben çok fazlaydım, beni tanımak istiyorsan benimle savaşmalıydın. Be...