13-1/"KALBİNE YALAN SÖYLE-ME."

408 15 5
                                    


Herkes birilerini öldürür. Kimi gerçekten sıkar namluyu kafasına, kimi gönlünde asar iplerini sevdiğinin. Herkes yalan söyler, kimisi daha iyi saklar yalanı, göstermez yalancı olduğunu. Kimi doğruluğun peşinden koştuğunu sayıklar herkese, yalnızca kendine yalan söylerken.


Yumruğumu Aytaç'ın koluna geçirdiğim anda kendini geriye çekerek sırtını evin duvarına yasladı. Derin derin verdiği nefesler yüzünden, dudaklarının arasından çıkan nefesler yüzüme çarpıyordu. Ondan aşağı kalır yanım yoktu. Terler vücudumun her yerinden akarken dudaklarım biraz su ve nefes için yalvaracak gibi kuruydu.

"Bir daha." dedim geriye çekilip çimenliğe bıraktığım suyu almaya giderken. Aytaç şimdi sadece bacaklarını dayadığı duvarda bedenini kaldırmadan kesik nefeslerle konuştu.

"Gerçekten, öleceğim." Başımı iki yana sallarken suyumun kapağını açtım. Onun aksine sesim yerine oturmuştu ve nefeslerimi daha hızlı düzenlemiştim. Göğsüm sertçe inip kalkmasaydı eğer, kimse dört saattir antrenman yaptığımızı düşünmezdi, buna biz bile dahildik.

"Daha sıkılarıyla karşılaştın, ölmek için henüz erken."

Başını kaldırıp gökyüzüne bakarken bulutların ardında saklanmış güneşten korunmak için elini yüzüne doğru tuttu.

"Ölmek için mükemmel bir gün." Dudaklarımın kenarı kıpırdadı. Yan tarafta duran onun su şişesini de fırlattığımda havada yakalayıp çöllerde kalmış gibi suyu içti. Şişenin tamamını bitirdiğinde çimenliğe fırlatırken sırtını gerdi bir iki kere.

Ona doğru ilerleyip son kez antrenman aldım.

Sol, sağ, eğil, sol, sağ, tekme, sol, sağ, yaşamak istiyorsan vur hızlıca.

Bahçe kapısından içeri girerken salonun ortasında duran koltuğuma yatıp cebimdeki telefonu çıkardım. İki gündür okulu ekiyordum, en azından okulda var olan birkaç muhbir sayesinde Ağça'nın neler yaptığını kontrol edebiliyordum. Ağça aynıydı, bütün gün okuldaki ondan düşüklerle uğraşıyordu, çoğu zaman Pusat ve arkadaşları ile takılıyordu ve geri kalanında da en azından derse girebilecek vakit bulabiliyordu.

Bahçe kapısının yana doğru kaydırılma sesi geldiğinde nefesini kontrol altında tutmaya çalışan Aytaç girdi. Kendini koltuğuma fırlatırcasına attığında ayağımın ucundaki yastığı, tek elimle tutup ona doğru fırlattım. Kolumu katlayıp başımın altına koyarken söylenmekte gecikmedim.

"Git bir duş al, leş gibi kokuyorsun." Suratına yediği yastığı kenara çekti, şaşkın sesiyle cevap verdi gecikmeden. Az önce verdiği hırıltılı nefesler yok olmuştu artık. Özgüveni yerinde sayıyordu.

"Ne?" dedi bir sokak ağzıyla e'leri uzatırken. "Yalan atıyorsun bari tutarlı at kızım." Koltuk altlarını kokladı gerçekten ter kokup kokmadığını anlamak için. Kokmadığına emin olmuş olacak ki suratına gururlu bir ifade yerleştirdi. Ona bakmıyordum ama tam önümde kapalı duran ve duvarın içine gömülmüş televizyonun siyah ekranından hareketlerini görebiliyordum. "Kızım beni küçükken tuzlu suya batırmışlar ter kokmayayım diye."

Histerikçe gülümsedim yalandan onaylarken. "Aynen, bunu dört saattir kıçı yırtılan ter bezlerine de söyle, tuzlu sardalya." Kahkaha attı komik olmayan şakama. Onun aksine sadece dudaklarım kıvrıldığında elimle yüzümü kapattım tamamen. Başımın ağrısı yine gelmişti.

ATEŞ ÇIKMAZI |18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin