yedi

239 27 134
                                    

Jinyoung Jackson'ı beşinci kez aradı ama her zamanki gibi meşgul çalıyordu. Koca bir nefes verip yerinde doğruldu. Dışarı çıkıp en yakın kafeye girdi ve büyük camdan gözüken şirkete baktı. Kocaman ve çok güzeldi. Orada çalışmak isterdi. Kendine sıcak bir kahve sipariş edip gözlerini kapattı. Başı ağrıyordu. Jackson telefonlarını bile açmıyordu. Onu en az on kere aramıştı ama hiçbirine geri dönmemişti. Yaklaşık iki aydır böyleydi. Jackson nadiren telefonlarını açıyor ve eve geldiğinde direkt uyuyordu. Jinyoung iş yerinde o kadar çok sıkıntı yaşıyordu ki, daha alışamamıştı. Her gün yaşadığı şeyleri Jackson'a anlatmak için not edip büyük bir hevesle eve gidiyordu ve geceleri hevesi kursağında kalıyordu. Çünkü Jackson Jinyoung'u yalandan öpüp direkt yatıyordu ve Jinyoung bir boşluğa düşüyordu.

Önüne oturan bedenle düşüncelerinden ayrıldı ve kahvesinden bir yudum aldı. "Kimsiniz?" Kibarca önündeki adama sordu. "Yaklaşık beş dakikadır seni izliyorum. Neredeyse ağlayacaksın! Bir sorun mu var? Anlatabilirsin..." Jinyoung burdukça gülümsedi. "Kocamla birkaç sıkıntı yaşıyorum." Mark kaşlarını kaldırdı. "Onunla bunu konuşmalısın...yoksa aranız açılır." Jinyoung kafa salladı. "Beni dinlemiyor, telefonlarımı açmıyor ve benimle asla ilgilenmiyor... Onun için erkenden işten çıkıyorum ve yorgun olmama rağmen yemek hazırlıyorum. Ama o ise aç olmadığını söyleyip yatıyor. Bende tek başıma yemeğimi yiyorum. Tam iki aydır böyle, inanabiliyor musun?!" "Hey...ağlama! Onunla bunu konuşmalısın. Dinlemezse zorla ama yine de konuş. Ağlamak bir çözüm değil. Jinyoung kafa salladı. "Deneyeceğim. Bu arada Jinyoung ben. Wang Jinyoung..." Genç adam uzattığı ele karşılık verdi. "Mark Tuan."

-

Jackson sertçe yutkunup ikiliye baktı. Jinyoung Jackson'a, Mark ise Jinyoung'a bakıyordu. Jackson iki yana kafa sallayıp geriye doğru birkaç adım attı. Göğsündeki ağrı canını acıtıyordu. Görünüşü yaşlardan dolayı bulanıklaştığında arkasını döndü ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Jinyoung bir adım attığında Mark onu sıkıca tuttu. "Gidecek misin?" Jinyoung iki yana kafa salladı. "Kapıyı kapatacağım."

Kapıyı kapatıp Mark'ın dizine oturdu ve boynuna dudaklarını bastırdı. "Seni seviyorum. Sadece seni..." Mark zevkle gülümseyip elini Jinyoung'un kalçasına koydu.

Jackson kendini dışarıya atıp ciğerlerine alabileceğinden fazla nefes çekti. Canı acıdığından hafifçe öksürdü. Bunu görmek zorunda değildi! Yaşlarını hızlıca silip zorla gülümsedi. Jinyoung'un peşinden gelmesini tabiki beklemiyordu. Hatta öpüşmelerine kaldığı yerden devam devam bile ediyor olabilirlerdi. Birkaç dakika sonra adalet sarayından çıkan Mark'ı gördü ve göz devirdi. Onu gerçekten sevmiyordu. Mark Jackson'ı görüp hızlıca yanına gitti ve elini Jackson'ın omzuna attı. "Hey, dostum. Üzülmedin değil mi? Ağladın sanırım. Ne yazık..." Dudağının yanı alayla kıvrıldı ve Jackson'ın omzuna hafifçe vurdu. "Jinyoung'un işlerini bitirmesi gerekiyor. Benim de öyle. Erkenden bitirip eve gideceğiz." Gülümsedi. "Herkesin ihtiyaçları olur değil mi?" Jackson yumruğunu sıktı. "Neyse tutmayayım seni. Eğer Jinyoung'u görmeye geleceksen şirkete gel. Jinyoung çoğunlukla yanımda oluyor." Yavaşça Jackson'ın kulağına eğildi. "Bir dahakine kapıyı tıklattığına emin ol. Yarım kalsın istemeyiz." Jackson'ın omzunu sıktırıp ilerledi ve şirkete girdi.

Jackson Tanrı'dan defalarca sabır diledi. O kadar çok sabır diledi ki sinirden titreyen ellerini daha yeni fark etmişti. Mark'tan nefret ediyordu! Jinyoung ona nasıl katlanıyordu? Geçen ilk taksiyi durdurdup bindi ve hastaneye gitti.

Jinyoung önündeki dosyaya baktı. Katil sayısı bir günde ona çıkmıştı. Gerçekten deliriyordu! Otopsiden cesedin kimliğini öğrenip ailesi ile iletişim kurdu. Sorguya girecekti. Odanın önünde durup derin nefes aldı. Umarım birkaç önemli bilgi edinebilirdi, tek istediği buydu.

Sorgudan çıktığında koca bir siktir çekti. Resmen çoğu kişiyi gece saat sekiz ve dokuz arası öldürüp bir bavulun içine koyuyordu ve herkesin görebileceği bir yere fırlatıp gidiyordu. Arkasında hiç parmak izi bırakmaması canını sıkıyordu. Aklına gelen fikirle biraz ürperse de yapacaktı. Cesedin ailesinden o saatlerde nereden geçtiğini öğrenmişti. Tek bu kişi değil ölen çoğu kişi o sokaklardan birinde ölü bulunmuştu. İki gün sonra, gece sekiz ve dokuz arası oraya gidecekti. Belki böylelikle kimin yaptığını bile öğrenebilirdi.

iki gün sonra

Jinyoung gelen telefonla koşarak hastaneye gitti. Bu bir mucize olmalıydı! Hızlıca hastaneye girip hastanın olduğu odaya gitti ve kapıyı tıklatıp içeri girdi. Yatakta yatan kadına baktığında içinin sızladığını fark etti. Yüzü dağılmıştı ve boynunda morluklar vardı. Hayatta kalması mucizeydi! Yanındaki sandalyeye oturup kadına baktı ve güven vererek gülümsedi. "Bana her şeyi anlatmalısın..."

Kadın kafa salladı ve konuşmaya başladı. "Akşam saat sekizde işten çıkıp eve gidiyordum. Katil haberini almıştım, zaten duymayan yoktu. Ailemin durumu iyi değil ve bu yüzden çalışmam gerekiyor. Sabah erkenden gidip gece geç dönüyorum. O gün de aynısı oldu. Durakta inip eve doğru yürüyordum ve arkamdan birinin geldiğini hissettim." Derin nefes aldı ve gözyaşlarını saklamadı. "A-adımlarımı hızlandırdığımda arkamdaki beden de hızlandı. Tiz bir çığlık atıp koşmaya başladım ve ilk önüme çıkan sokağa girdim." Ağzından hıçkırık kaçtığında Jinyoung onu durdurdu. "Acele etme...vaktimiz var. Hazır hissettiğinde devam edebilirsin." Kız kafa salladı ve birkaç dakika bekledi. "Elinde...kocaman bir bavul vardı. Birden arkaya çekilmemle yüzüme darbe yemem bir oldu. Bilincim kapanana kadar dayak yedim ama son anda birinin sesini işittim. Adamda aceleyle kaçıp gitti. Yakalanmaktan korkuyordu sanırım." Jinyoung kafa sallayıp kızın titreyen ellerini tuttu sıkıca. "Yüzünü görebildin mi?" Kız iki yana kafa salladı. "Maskesi vardı ve elinde eldivenler vardı. Topallıyordu yine de çok hızlı-" Kız birden nefes alamamasıyla Jinyoung hızlıca geriye çekildi ve doktorların odaya girmesine izin verdi.

Onu daha fazla zorlamak istemiyordu. Hem konuşacağı bir kişi daha vardı. O odaya da girip konuştu ve çıktı. Birkaç adım sonunda çarptığı bedene baktı. Jackson'dı. Jackson Jinyoung'un dolu gözlerini görüp kaşlarını çattı ve elinden tutup oturttu. "Anlat." Jinyoung elindeki dosyayı dizine bıraktı. "Neyi?" "Seni üzen şey ne anlat." Jinyoung iç çekti. "Hiçbir şey olma-" "Seni tanıyorum Jinyoung. Anlatmazsan tüm gün içine atarsın. Anlat artık." Jinyoung kafa salladı ve anlatmaya başladı.

"Bir davayla uğraşıyorum. Seri cinayet olayı. On iki günde on ölü ve iki yaralı! İnanabiliyor musun? Hepsi kadın... Katil kadınları zayıf görüyor sanırım çünkü bir erkekle başa çıkabileceğini sanmıyordur. Dün gece on dakika arayla iki kadını yaralayıp kaçmış. Aslında öldürecekmiş fakat öldürememiş! Ama garip olan ne biliyor musun?" Jackson iki yana kafa salladı. "İkisi de aynı saatlerde ve bir saat uzakta bir yerde saldırıya uğramış." Jackson kaşlarını çattı. "Aynı saatte saldırıya uğruyorlar ama birbirlerini bir saat uzaktalar?" Jinyoung kafa salladı. "Bu demek oluyor ki tek başına yapmıyor?" Jinyoung Jackson'ı onayladı. "Bugün kadının verdiği adrese gideceğim." Jackson ayağa kalktı. "Ne diyorsun sen?"

Jinyoung derin nefes alıp doğruldu. "Çorap değiştirir gibi insan öldürüyor! Oturup beklememi mi istiyorsun?" Jackson panikledi. "Çok tehlikeli!" "Yine de gideceğim." Jackson saçlarını kavradı. "Gitme. Jinyoung lütfen... Hissediyorum, bir şey olacak..." Jinyoung Jackson'a baktı. Jackson ne ara ağlamaya başlamıştı? Sıkıca kollarını önündeki bedene sardı. "Hiçbir şey olmayacak. Söz veriyorum!"

-

omg durmadan bölüm yazıyorum masallah diyin 😳😎😼

bi de ben bu bölümü asırı begendim uueuğğğaaaswwwwhğğqq

my family is always sad | jinson ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin