Bölümün birebir Harry Potter evreni karakterleriyle alakası yoktur.
Olay Grindelwald döneminde Anadolu'da geçiyor, karakterler benim kendi oluşturmam.
İyi okumalar!
"Azizim, duydunuz mu olanları? Fransa'da bir büyücü, Grindelwald'mış adı, sihirsizlere karşı savaş açmak istiyormuş. Onlara karşı saklanmamamız gerektiğini söylüyormuş." Kadın, bir adamın diğerine fısıldayarak söylediği şeyleri işitmişti. Onların dikkatini çekmemeye dikkat ederek yaklaştı.
"Olur mu canım öyle şey? Mutlu mesut yaşıyoruz, hem harp de yeni bitti. Senin bu Grindelwald aklını sıyırmış olmalı. Frenk milleti bir garip oluyor.." Diğer adam son cümlesini mırıldanarak gazeteyi açmıştı.
"Vallahi Pierre öyle dedi. Bana inanmıyorsan git aha, dükkanı orada. Kendin sorarsın." Kadın konuşmanın daha ilerlemeyeceğini fark edince adamların yanından ayrılmak için hareketlendi. Yürürken ayağını gazete okuyan adamın ayağına taktırmış, kendi sendelerken adamın da canını yakmıştı.
"Dikkat etsene be kadın!" Adam kızmıştı, elini feracesinin altında gözükmeyen asasına atıp sıkıca tuttu. "Af ediniz beyim." Adam bir şey demeden tekrar gazetesine dönerken diğeri kadını baştan aşağı süzdü.
Kadın bu şüpheli gözlerden uzaklaşmak adına hızlanırken adam onu tanıdı. "Sen! Kaçma!"
"Ne oluyor efendim?" Gazeteyi okuyan adam sordu, diğeri asasına davranırken cevapladı.
"Hafiye'lerden bu! Kaçıyor!" Diğer adam da peşinden ayaklanınca eline asasını alıp arkasını döndü.
"Adıkla!" Kadın bir adama başarıyla isabet ettirebilmişti büyüsünü. Vurduğu adam etrafına bakınırken onu ilk tanıyan adam hala peşindeydi.
"Petrifucus Totalus!" Adamın büyüsünden son anda sıyrıldı. Kendini en yakın aradan kalabalık meydana attı ve boynunda duran peçeyi kaldırıp başını aşağı eğdi. Adama yakalanmamak adına ilk dükkana girdi.
"Hoşgeldiniz efendim." Bir restorandı burası. "Bir şey alır mısınız?" Bir şey istemese de şüphe uyandırmamak adına camı gören bir yere oturdu.
"Bir çay lütfen." İnce belli bardaktaki çay hemen önünde belirmişti. Çayı yavaş yavaş yudumlarken sokağı izliyor, ortalıkta hala aranan adamın gitmesini bekliyordu.
Adam sağa sola döndü, bir iki dükkana girip çıktı. Tam onun oturduğu dükkana dönerken kadın kafasını çevirdi, başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi davranarak adama yakalanmaktan kaçtı.
Gözünün ucuyla tekrar sokağa baktı, adamı orada göremeyince derin bir nefes aldı.
"Madam-" Aldığı nefes ciğerlerinde tıkanmıştı, yavaşça arkasını döndü. Hiç tanımadığı, yabancı bir adamdı bu ama sesindeki çakma Fransız aksanı onun kimlerden olduğunu ele veriyordu.
Tabi, tuttuğu gazetenin altından uzattığı asası da öyle.
"Benimle gelir misiniz, rica ederim." Sağına soluna bakındı, kalabalıktı her yer. Asasını kullanma gibi bir lüksü yoktu, cisimlenemezdi de.
"Pekala." Kalktı, adam onun yerine çayın parasını ödedi ve onu kolundan tuttu. Asanın sivri ucunu sırtında hissediyordu.
"Kahramanlığa kalkma küçük hafiye," kulağına fısıldadı. "Sihirsizleri tehlikeye atmak istemezsin, öyle değil mi?" Yutkundu, etraflarında yaşlılar, tüccarlar, kadınlar ve vakitlerini geçirmek üzere boş boş oturan bazı adamlar vardı.
"Yürü." Adam onu ittirdi. Yanlarından geçenlerin iki gencin böyle dip dibe gezmesini ayıplayan bakışları eşliğinde Galata Kulesi'nin yokuşlarını tırmandılar.
Etrafı normalin aksine boştu, içeri girip yukarı çıkan merdivenin ilk basamağına çıktılar. Adam, kadının sırtına dayadığı asasını oynatmadan birkaç taşa dokundu ve önlerinde bir kapı belirdi. Kapıyı açıp dışarı çıktıklarında yine aynı sokakta, bu sefer büyü dolu halindeydiler. Çocuklar bir perdenin önünde duruyor, kendiliğinden oynayan ve yer yer çocuklara sataşan Karagöz ve Hacivat'ı seyrediyorlardı. Uçan halılar, tüccarların gür sesi tarafından övülüyor; yedikçe farklı farklı tatlara bürünen mesir macununu kuyruk dolusu insan bekliyordu.
Eğer onu her an öldürebilecek bir adamın asasının ucunda olmasaydı bu manzaraya gülümseyebilirdi ama durum onun istediği bir şekilde değildi.
Adam onu çekiştirerek bu canlı sokağın önünden götürdü, farklı bir kapıya, farklı bir dükkana götürmüştü.
Pierre'in Büyü Dolu Eşya Dükkanı
"Buldum." Adam içeriye girer girmez kadını itti. Kadın asasını eline alıp adama döndü.
"Ne istiyorsun benden?!" Kafasında her an bir hamle yapabilmek adına büyü toparlarken başka bir ses katıldı konuşmaya.
"Bizim istediklerimiz gayet açık küçük hanım, asıl siz ne istiyorsunuz?" Bu sesi tanıyordu, bu sesi tüm Anadolu büyü camiası tanıyordu.
"Benim hiçbir şeyden haberim yok. Bu adam geldi beni birden aldı götürdü." Yeni gelen adam güldü.
"Hiçbir şeyden haberin yok, öyle mi?" Asasını çıkarttı adam, ona uzattı. "Crucio."
Kadın acıyla çığlık atarak yere düştü. Kendine hakim olup tutmaya çalıştığı asasını yere düşürmüştü, diğer adam asayı aldı.
"Benimle alay etmeyesin Hafiye, latifelerden hoşlanmam." Adam büyünün etkisini azaltsa da bırakmamıştı, kadın hala acı içindeydi.
Adam yaklaştı, dizleri üzerine çöküp kadına baktı.
"Söyle bana, amacınız ne?"
"K-k-kaz-kazan-kazanama-yacaks-sınız." Titreyen dişleri ve hissetmediği ağzıyla zar zor konuşabilmişti. Adam gülümsedi, kadını yanaklarından tuttu.
"Ama kazandık bile." Kalktı, asasını doğrulttu. "Avada kedavra."
Çok açıklayıcı bir bölüm olmadı sanırım. Amacım da öyle değildi de zaten, yine de.
Aklımda uzun zamandır bir Türk büyü hikayesi fikri vardı ama bunu bir büyü okulu olarak düşünüyordum. Sonra aklıma böyle bir fikir geldi.
Bir kitap olarak yazar mıyım bilmiyorum.
Sadece dursun istedim, okuyup esinlenen olursa belki benden önce yazar ben de zevkle okurum.