Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
tutamam, tutamam, hep yeni bir gün doğar
2021,
Mayıs esintisi yüzüme çarpıp siyah saçlarımı alnımdan süpürürken uzun zamandır bu kadar sakin kalamadığımı fark ediyordum. Sürekli bir koşuşturmaca içindeydim. Bunun çoğu işe gidiyor olmamdan kaynaklanıyordu çünkü kendime hiç vakit ayıramıyordum. Bu vaktin ne denli önemli olduğunu da yeni anlıyordum, zaten her şeyin değerini kaybedince anlamıyor muyduk? Önceleri boş boş yattığım için sıkıntıdan kendimce krizlere girerdim ama şimdi o şekilde yatabilmek için birçok şeyimi verebilirdim.
Yetemiyordum, bu aileye eksik kalan baba mı olmam isteniyordu? Bilmiyordum, elimden de gelmezdi ki. Bir yandan çalışıp bir yandan okulumu iyi bir puanla bitirmem bekleniyordu. Aynı zamanda ev işlerine yardımcı olmalı, faturalara katkıda bulunmalı, kız kardeşime sahip çıkmalı ve annemin sözünden de çıkmamalıydım. Onlara vakit ayırmamı bekleyen arkadaşlarım ve benim vakit ayırmak istediğim kişiler derken şahsi meselelerime sıra gelmiyordu bile.
Şimdi uykumuzu açmak için ikimize sert bir kahve hazırladığım Yoongi'yle beraber balkonumun plastik sandalyelerinde otururken heyecandan ellerim titrer sanıyordum. Fakat sakindim. Biz susuyorduk, bununla da bir derdimiz yoktu ve ben zihnimin tüm karmaşasına rağmen en güzelinden dingindim.
Üzerime sarındığım ince battaniyemle ısınıyor ama yüzüme çarpan serin esintiyle kapanan gözlerim açılıyor, uykumun en büyük düşmanı kafeinle kendimi geceye hazırlıyordum. Biraz cahil hissettiğimi kabul edebilirdim. Yoongi'nin tasarımdan ya da terzilikten anladığını hiç mi hiç sanmıyordum ama basit bir takım elbise yerine yeteneklerimi ziyadesiyle gösterebileceğim bir projenin içinde olmayı daha çok isterdim. Ellerimle yapıp ona sergileyeceğim şey çok basit kaçacak gibi geliyordu ama sonuçta... Giyecekti, değil mi?
Şu bir avuç boncuğu onun bileğinde görmek kanımı böylesi kaynatıyorsa boylu boyunca benim elimden çıkan giysilerle onu gördüğümde ateşler içinde kalabilirdim.
"Başlasak mı?"
Gözlerimi beton yığınından kendi üzerine çekti sorusuyla. Kahvesini bitirmiş, kırmızı kupayı da ortadaki yıpranmış sehpanın üzerine bırakmıştı. Bana kalsa sabaha kadar onunla hiç konuşmadan böylece durabilirdim ama şu hep üstlenmek istediğim sorumluluklardan tam şimdi kaçmak istemem tuhaf karşılanırdı.
Battaniyemi katlayıp sandalyenin üzerine bıraktım, benimle geldiğine emin olarak odama girdim. Balkona açılan iki kapı vardı, biri mutfağa diğeri benim odama çıkıyordu ve biz kahveleri yapıp mutfaktan buraya geçiş yaptığımız için odamı ilk kez görecekti. Harika bir dekora sahip olduğu söylenemezdi, hatta oldukça az eşya vardı çünkü kendi odama sahip olalı daha bir sene oluyordu ama ben burayı çok seviyordum.
Duvara yaslı tek kişilik yatağım, sütlü kahve çarşaflarım, ahşap bir komodinim ve üzerinde anneannemden gelme bir masa lambası vardı. Yatağın karşısında kalan iki kişilik eski koltuk da yine anneannemin evinden buraya taşınmıştı. Giysi dolabım ve dolabımın üzerinde de kapağına bantladığım favori kombin tasarımlarım bulunuyordu. Onları gördükçe okula gitme hevesim arttığı için sürekli görebileceğim bir yerde tutuyordum. İşlerimi hallettiğim masa, çok yer kaplamasın diye katlanabilir olanlardandı ve o da koltuğun arkasına saklanmıştı. Bu kadardı işte. Ah, bir de çiçeklerim vardı. Odanın her yerinde, her çeşitten...