İnanın ben de utanıyorum iki ay sonra bölüm attığım için. Bundan sonra düzenli bölüm atacağım diye söz de veremiyorum hiç tutamadım çünkü.
Ama profilimde Şehrin Duvarları var ona düzenli bölüm atıyorum. Bunun için de elimden geleni yapacağım. En kötü ihtimalle haftada bir yazmaya çalışacağım.
Yine de yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Sizi seviyorum.
O çarşamba sabahı servis çok fazla gecikmişti. Sebebini tam olarak anlayamamıştım ama ders başladıktan yaklaşık 15 dakika sonra okula gelmiştik. Herkes koşarak indiğinde ben de Cahit ile beraber koşarak sınıfa çıkmıştım. Merdiven çıkmaktan zaten nefret ediyordum ama bir de koşarak yapmak bunu daha da sinir bozucuydu. Küfrederek kapının önüne geldiğimizde nefes nefese kalmıştım. Ben kapıyı çalarken Cahit yere çökmüş nefesleniyordu. Ayağımla onu dürtüp "Kalk lan," diyerek kapıyı açtım.
İstemeye istemeye ayağa kalktığında ben içeri girmiştim. Daha ağzımı açamadan fizik hocası "Geç kağıdı olmadan derse almam sizi," diye ağzıma lafı çarptı. "Hocam servis gecikti," diye açıklama yapmaya çalışsam da umurunda olmadı tabii.
"Geç kağıtsız almam kimseyi içeri."
Oflyarak sınıftan tekrar çıktığımızda Cahit hala nefes alamıyor gibi duruyordu. "Ölüyor musun kardeşim?" diye sordum tüm samimiyetim ile. "Sus be," diye yanıtladı beni.
İçimden hocaya söverek merdivenlerden inerken Cahit de aynı şeyi dışından yapıyordu.
Müdür yardımcısının odasına geldiğimizde etraf bomboştu. Geciken koca bir servis dolusu öğrenci olduğumuz halde geç kağıdı almaya yollanan bir tek biz vardık belli ki. Ruh hastası kadın bir tek bu kadar takıntılıydı.
Kapıyı tıklama görevi yine bendeydi görünüşe göre. Tıklayıp içeri girdik. Hocanın yeri boştu. Ama karşısındaki sandalye doluydu. Barkın sandalyede yayılmış oturuyordu. "Hoca yok mu?" diye sordum bariz bir şekilde adamın orada olmadığını görebilsem de. Gözlerini suratıma dikti.
Gözlerinin gerçekten çok ama çok oyu bir kahverengi olduğunu söylemiş miydim?
"Burada gibi mi duruyor?" diyerek salakmışım gibi bir ifade takındı. Bir şey diyecektim cevap olarak ama iki saniyede varlığını bile unutmuş olduğum Cahit kolumu dürterek "Hoca yok işte, fizikçiye diyelim daha uzatmaz alır bizi içeri," dedi. "Geç kağıtsız ama kimseyi içeri dedi ama," diye açıklama yaptım. Sonra Barkın'a bakıp "Ne zaman gelir hoca biliyor musun?" diye sordum. Omuz silkti. Bu galiba bilmiyorum demek oluyordu.
Tekrar Cahit'e çevirdim bakışlarımı. "İstersen sen git hocaya söyle, ben müdür yardımcısını beklerim," dedim.
"Niye ben gidiyorum ya? O kadar kat çıkıp inemem tekrar."
"Sen daha genç ve enerjiksin, hadi bakalım," dedim. "Üç ay büyüksün lan hepi topu!"
Elimi omzuna koydum. "Geçen sana çay ısmarladım. Borcunu ödemenin zamanı geldi.," dedim. "Bir lira bir şey, veririz."
"Cahit bak çocuğun önünde tartışmayalım istersen sen git haber ver asla gitmem ben," dedim çocuk derken elimle Barkın'ı işaret ederken. O sırada Barkın'ın "İnan hiç umurumda değil," diye mırıldandığını duydum. Bu hafifçe gülmeme sebep oldu. Ama yinde de ikna etmem gereken bir Cahit vardı. "Sen haber ver sonra istediğin bir şeyi yaparım," diye son kozumu oynadım.
Gözlerini kısarak bu teklifi süzgeçten geçirdi. Sonra "Tamam," diyerek çıktı. Ben de kapıyı kapattım ve Barkın'ın solundaki sandalyeye oturdum. Sonra sanki anlamamış gibi "Gecikti de servis," diye açıklama yaptım. Yüzüne bakmıyordum ama onun bana geri zekalıymışım gibi baktığına emindim. "Fark ettim," dedi.
"Az önceki de Cahit. Sınıf arkadaşım, aynı servisteyiz," dedim. Bu sefer ona dönüp baktım. O da bana bakıyordu. "Onu da fark ettim," dedi. Doğru. "Gözleri tuhafmış," dedi. Sırıttım.
Cahit tanıdığım en esmer insanlardan biriydi. Saçları simsiyahtı, teni çok oyuydu. Ancak bunlara rağmen gördüğüm en açık mavi gözlere sahipti. Tanıştığımız insanlar genelde gözlerini aşırı beğenirdi. Bana korkunç geliyordu. Cin tarafından ele geçirilmiş gibi olduğunu düşünmüştüm ilk gördüğümde.
"Değil mi, çok korkunçlar!" dedim heyecanla. Başını salladı. İlk kez bu konuda bana katılan biri vardı.
Sonra yine bir sessizlik oldu. Bu sessizliği nasıl böleceğimi bilemediğimden "Cahit de çok anime izler," diye hiçbir gerekçesi olmayan bir cümle kurdum. Melih'in hep dediği gibi salak mıydım acaba? Boş boş yüzüme bakıyordu. "Sen sever misin anime?" diye sordum.
"Birkaç tane izledim ama yani çok düşkünü değilim," dedi. Hala bana cevap veriyor olması şaşırtıcıydı. "Hangilerini izledin?" diye sordum. "Death Note, Attack on Titan, Fullmetal Alchemist Brotherhood falan. Bir de GoSick diye bir anime."
Başımı salladım. "Seviyor musun?" diye sordum. "Fullmetal Alchemist'i severim," dedi.
"Ben hiç izlemedim anime."
Kaşlarını kaldırdı. "O zaman neden animeler hakkında konuşup duruyorsun?"
Hiçbir cevabım yoktu. Gerçekten salaktım. O sırada Cahit mesaj attı.
Cahit: Hoca tamam gelin dedi.
"Hoca gelin demiş," dedim. Elimle kapıyı gösterirken. Başını salladı. "Hoşça kal Melik," dedi. Ama yüzünde o kadar bıkmış bir ifade vardı ki. Ayrıca sesi de dalga geçer gibiydi.
Ben ayağa kalkınca içeri müdür yardımcısı girdi. "Sen niye buradasın?" diye sordu bana. "Hoca yollamıştı ama gerek kalmamış gidiyorum ben," dedim. Adam "Akıllısı bizi bulmaz ki," diye söylenirken kapıya gittim hızlı hızlı.
Ben tam çıkmış kapıyı kapatırken içeride Barkın'a bağırdığını duydum.
"Oğlum sen maganda mısın, neden sandalye fırlatıyorsun?"
Kapıyı çektim. Sandalye fırlatmıştı. Bir yere ya da birine.
"Manyak," diye mırıldandım kendi kendime. Ama yine de sırıtıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kimseyi sevmeyin! bxb
Short Storyhenüz olgunlaşamamış on yedilik melik, asla sakinleşemeyen agresif barkın ile tanışır. çoğunlukla düz yazı, bazen texting.