first day

1.2K 112 147
                                    

Daldığım derin uykudan uyanıp gözlerimi açtığımda bir süre ne olduğu ve bulunduğum yeri idrak edemedim.

Yeni yeni çıkan güneş yan taraftaki büyük camlardan içeri girmeye başlamıştı.

Gerinmek istiyordum ama yanında yattığım Chan'i fakına varmak beni kısa bir süre şoka uğrattı. Yanağımı yasladığım göğsü yavaş yavaş inip kalkıyordu, hala uyuyor olmalıydı.

Önceki geceyi, tüm konuştuklarımızı ve verdiğim kararı hatırlamak gülümsememe sebep oldu. Kolumu ona daha sıkı sardım. Koltuktan hiç kalkmak istemiyordum, sonsuza kadar Chan'le birlikte orada yatıp hayatımın geri kalanıyla irtibatı kesmek istiyordum.

Mi-rae'den arada haber alabilirdim onu özlerdim, bir de ebeveynlerimi ama onlar dışında hiçbir şeyi istemiyordum.

Üzerine yattığım omzumdan destek alıp vücudumu biraz kaldırdım. Terden alnına yapışmış saçlarını nazikçe kenara çektim. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyor ve yaşadığım ana inanamıyordum.

Gerçekten tüm bu zaman boyunca kaçmayıp her şeyi açık açık konuşsaydım çok daha erken bu halde olabilirdik ama aptal gibi cesaret edememiştim.

Bunları düşünüp kendimi kötü hissettirmem saçmaydı. Ne olursa olsun ona sarılarak yatıyordum ve asıl önemli olan buydu.

Chan'i uyandırmadan yattığım yerden kalkmaya çalıştım. Olduğum yerde ayağa kalkıp yavaşça yere indim. Koltuğa biraz daha yayılıp birkaç saniye önce yattığım boşluğu doldurdu.

O koltukta sabaha kadar uyuyabilmemiz beni şaşırtmıştı açıkcası ama uzun süredir uyuduğum en iyi uykuydu ve erken kalkabildiğim için mutluydum. Chan'in stajının ilk günüydü. Bize, gitmeden önce yemesi için güzel bir kahvaltı hazırlayabilirdim.

Ne kadar zamanım olduğunu bilmiyordum aslında, o yüzden hızlı bir tost veya sandviçle yetinmek zorunda da kalabilirdik.

Oturma alanının solunda kalan mutfağa girdim. Lavaboda birkaç yıkanacak bulaşık ve ocağın üstünde de tencereler duruyordu. Büyük ihtimalle yemek yedikten sonra uyuyakalmıştı.

Buzdolabını açıp içine bakarken içimden de bir şeyler pişirmek gelmediğini fark ettim.

Sessizce marul, salam ve salatalık çıkarttım. Çıkarttığım malzemeleri tezgaha koyduktan sonra tost ekmeklerini bulmak için etrafa bakınıyordum.

"Buzdolabının yanındaki büyük dolapta."

Kendi düşüncelerim içinde bir anda gelen Chan'in sesi irkilmeme sebep oldu.

Arkamı döndüğümde ellerini gri şortunun ceplerine sokmuş gülümeyerek bana baktığını gördüm.

"Ben mi uyandırdım?" diye sordum ona yaklaşırken.

Elini tutmak, sarılmak, hayatımın geri kalanını yanı başında geçirmek istiyordum.

Ellerini ceplerinden çıkarıp omuzlarıma koydu. Kafasını iki yana salladıktan sonra aramızdaki mesafeyi kapatıp sarılmamızı sağladı. "Hayır, staja yetişmem gerek biliyorsun."

Burnum tam omzuna denk geliyordu. Boy farkımızı bile seviyordum, çok güzel geliyordu bana. Kafamı hafifçe çevirip burnumu sıfır kollu tişörtünün açıkta bıraktığı kısma sürttüm.

Hislerim yüzünden mi böyle geliyordu bilmiyordum ama Chan'in kokusu bile çok farklıydı. İçimde tatlı bir heyecan ve mutluluğa sebep oluyordu. "Keşke bugün gitmek zorunda olmasan."

"Zaten evden çıkmayı hiç istemiyorum bu yüzden söylediklerine dikkat et, her an etkilenebilirim."

Mutfağın girişinde sarılarak durmamız ve hiçbir şey yapmayarak vakit harcamamız çok saçmaydı aslında ama ihtiyacım olan şey tam olarak buydu.

Po Tid||Bang ChanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin