Karşımdaki Chan'e bakarken onu fikrinden nasıl vazgeçireceğimi bulmaya çalışıyordum.
"Neyini beğenmedin ki? Heyecanlanacaksın sanmıştım."
Hevesini kırmış olduğum için üzülmüştüm ama böyle uçuk fikirlere gerek yoktu. "Acele etmemize gerek yok diyorum sadece. Ayrıca peruk diye bir şeyin varlığından haberin var mı?"
Omuz silkip oturduğu sandalyede arkasına yaslandı. Suratıma bakmıyor, etrafta göz gezdiriyordu. Neredeyse bir haftadır görüşememiştik, tartışmak veya keyifsiz vakit geçirmek en son istediğim şey bile değildi ama biraz mantıklı davranmalıydık.
Okulun kafeteryasında oturmuyor olsaydık elini tutar, kalkar ona sarılır ya da öperdim. İnsan içinde olmak hala beni geriyordu, özellikle okul ortamında olmak. "Chan, böyle yapma."dedim oturduğum yerden masaya eğilerek.
Yine fikrini savunmak için ağzını açacağı sırada yanımıza Dong Hyun geldi.
Masaya üçüncü bir sandalye çekip otururken eliyle Chan'i gösterdi. "Neye surat asıyor?"
Kendimi gülmemek için tuttum çünkü gülersem daha çok bozulacaktı. "Cadılar bayramı partisi için kostüm fikrini kabul etmedim."
"Peki bu parlak fikir neymiş?" dedi bu sefer Chan'e bakarak.
Chan başta gözlerini etrafta gezdirmeye devam etti ama sonra sandalyesinde biraz dikleşerek Dong Hyun'a döndü. "Ona Ron ve Hermione olabiliriz dedim sadece."
Gözlerim şaşkınlıkla açılırken itiraz ettim. "Bana Ron olup saçlarını turuncuya boyamak istediğini söyledi! Ben de sadece bir gece için bu kadar büyük bir şeye gerek yok dedim. Üstelik hala gitme konusunda çok istekli değilim. Bunu bu kadar ciddiye almasına gerek yok."
Hala Dong Hyun'a bakarken omuz silkti. "Onu arkadaşlarımla tanıştırmak istiyorum ama buna bile istekli değil işte."
Buna bile mi? Zaten sürekli her şeyi birlikte yapıyorduk ve onunla vakit geçirmeye her zaman istekliydim. Nasıl böyle söyleyebilirdi ki?
"Arkadaşlarınla tanışmakla bir sorunum yok zaten. Sadece öyle bir kalabalıkta rahat edemediğimi söylüyorum."
Gözleri sonunda beni bulduğunda çok ciddi duruyordu. "Sadece iki tane arkadaşım olmadığı için üzgünüm."
Kaşlarım şaşkınlıkla yukarı kalkarken ağzımı açamadım bile, ne diyebilirdim ki?
Dong Hyun onu "Dostum!"diye uyardığında da Chan'in bakışları pişmanlıkla yumuşadığında da artık çok geçti. Sandalyenin kenarına asılı çantamı alıp ayağa kalktım. Orada durup daha fazla tartışacak değildim.
Beni durdurmak için hiçbir şey yapmadı ama yapsaydı da durmazdım. Söylediği şey kırıcıydı, konuşmak istemeyecek kadar çok kırılmıştım.
Kafeteryadan çıkıp kendimi bahçeye attığımda eve gitmek istiyordum.
Yalnızlık çeken bir insan değildim, başka arkadaşlarım da vardı elbette. Yakın olduğum insanların sayısı azdı sadece çünkü onlar bana yetiyordu. Evimde de bir sürü arkadaşım vardı. Olmasa da sorun değildi zaten, Mi-rae her zaman benim için yeterliydi. Kırıldığım şey bunu yüzüme çarpmak istemiş olmasıydı.
Kampüs dışına çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Bir saat sonra başlayacak derse de girmek istemiyordum artık.
Chan'in bu duruma neden bu kadar bozulduğunu da anlayamıyordum. Dong Hyun'la vakit geçirirken herhangi bir sorun çıkarmamıştım, isterlerse Seungmin'i de getirebileceklerini söylemiştim hatta. Kendisi de en çok bu ikisiyle takılıyordu, arada pek bir fark göremiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Po Tid||Bang Chan
Fanfiction"Hayatıma girmemesi gereken birisiydin, Chan. Böyle şeyleri hissetmemem gereken birisiydin." [Ekim,2020]