Burnumu atkımla kapatırken adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce ısınmak ve Chan'i daha fazla bekletmeden yanına gitmek istiyordum çünkü anlaştığımız saati biraz kaçırmıştım.
Po tid'in büyük camlarından birine sırtını yaslamış telefonuna bakan Chan'i gördüğümde gülümsedim. Onu görmek hep daha iyi hissetmemi sağlıyordu.
İçi kürklü siyah kot ceketinin önünü kapatmış, yüzünü burnuna kadar dikleştirdiği ceketin yakalarıyla kapatmıştı. Telefonu tutan elinin eklem yerleri soğuktan kızarmıştı.
Karşısında durduğumda beni hala fark etmemişti. "Sana dışarıda bekleme demiştim."
Bir an şaşkınlıkla kafasını kaldırıp göze göze gelince gülümsedi. Burnunun ucu da parmaklarındaki eklemler gibi kızarmıştı. Çok sevimli duruyordu. "Centilmenliğimden ödün veremezdim."
"Zatürre bir centilmeni kim ne yapsın?"
Yaslandığı camdan uzaklaşırken kahkaha attı. "Mikroplarımı bulaştıracak bir yol bılurum." dedi abartılı bir şekilde göz kırparak.
Yüzümü buruşturdum ama gülüyordum. "İçeri girme vaktimiz geldi."
Omuzlarımdan tutup beni kapıya yönlendirdi ve içeri girdik. İçinden yeşil ışık gelen şöminenin yakınındaki bir masaya oturana kadar Chan arkamdan, omuzlarıma tutunarak yürüdü.
Kahverengi sandalyeyi çekip oturduğumda hala oturmadığı için kafamı kaldırıp Chan'e baktım.
"Ne içmek istersin?"
Canımın bir şey istediği söylenemezdi. "Bilmiyorum, kendine ne alıyorsan bana da alabilirsin."
Kafasını sallayıp sipariş vermeye gitti.
Atkımı ve montumu çıkarıp boşta kalan sandalyelerden birine bıraktım.
Gerçekten buraya uzun süredir gelmiyormuş gibi hissediyordum. Eskiden ne zaman evde olmaktan sıkılsam ya da dışarı çıkmak istesem Po tid'e gelirdim ama Chan'le tanıştıktan sonra bu aniden değişti. Onunla tanıştıktan sonra sıkıldığım bir an olduğunu bile hatırlamıyordum, bütün boşluklarımızı birlikte geçirmiş ve hepsini dolu dolu yaşamıştık.
Gittiğinde zaten büyük bir boşluğa düşecektim bu yüzden onunla irtibatı tamamen koparma fikri, düşününce çok korkunç geliyordu. İnsanların başka bir insan için onsuz yaşayamayacağını söylemelerine hiçbir zaman anlam verememiştim ama artık anlıyordum.
Onunla hayatımın dönüştüğü şekli gördükten sonra nasıl onsuz devam edebilirdim ki? Ondan öncesi artık sıkıcı ve çekilmez geliyordu gözüme. Bir insanın hayata bakış açımı bu kadar etkilemiş olmasını da aklım almıyordu bir yandan.
Benim hayatım bana göre olmalıydı, ben yön vermeliydim ama yapamıyordum çünkü aklım hep Chan'leydi. Hep de onunla olmak istiyordu.
Chan gelip elindeki iki fincanı masaya koyduğunda gülümseyip teşekkür ettim. Ceketini çıkarıp montumu bıraktığım sandalyeye bıraktıktan sonra karşıma oturdu.
"Balkabaklı bir kahve gelmiş, sever misin emin olamadım ama deneriz diye düşündüm."
Kafamı sallarken fincanlardan birini önüme çektim. "Yeni değil, sadece kış mevsiminde satışta oluyor."
Fincanının sapını kavrayıp burnuna yaklaştırdı. Gözlerini kapatıp kahveyi kokladı. Burnu hala yüzünün geri kalanıyla aynı renge dönmemişti, henüz ısınamamış olmalıydı. "Yani kış artık geldi mi?"
"Kısmen. Yıl sona eriyor."
Hala elinde tuttuğu kahveden bir yudum alıp masaya bıraktı. "Yılbaşı için planın var mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Po Tid||Bang Chan
Fiksi Penggemar"Hayatıma girmemesi gereken birisiydin, Chan. Böyle şeyleri hissetmemem gereken birisiydin." [Ekim,2020]