"Onunla konuşman gerektiğini biliyorsun."
Gözlerimi bir süredir baktığım parkeden çekmeden kafamı iki yana salladım. "Bunu istemiyorum."
Mi-rae derin bir nefes aldığında kafamı oturduğumuz koltuğun kenarına yasladım. "Sonsuza kadar kaçamazsın." dedi sert bir ses tonuyla. Bu konudan bıktığını biliyordum ama konuyu açıp duran kendisiydi, ben konuşmayı bile tercih etmiyordum. Artık bunları düşünmek beni sadece bunaltıyordu ve bu yüzden bu konuyu tamamen kapatmak istiyordum.
"Sonsuza kadar değil, üç hafta. Stajı başladığında kaçmama gerek kalmayacak."
Üç hafta sonra haftanın dört günü staj yapıyor olacaktı ve ben de okulda daha rahat olacaktım, kaçmama gerek kalmayacaktı.
Onunla karşılaşmamak için günlerdir derslere ya geç gidiyordum ya da çok erken. Konuşmamakta kararlı olduğumu anlamış olmalıydı ki çıkışlarda da karşılaşmıyorduk. Ya da kibarlık yapmaktan vazgeçmişti sadece.
"Gerçekten böyle kestirip atacak mısın?" Öyle şaşkın bakıyordu ki bir an yaptığım şeyi sorguladım. Yanlış mı yapıyordum? "Belki de istemeden böyle bir şey söyledi."
Kaşlarımı çatıp Mi-rae'ye baktım. Büyük gözleri yüzümde geziniyor, ciddiyetle bana bakıyordu. Bu olayı çözmek istediğini biliyordum, belki de Chan'le tanışmamıza o sebep olduğu için aramızın kötü olması onu daha da rahatsız ediyordu ve bunu düzeltmek için kendini sorumlu hissediyordu. Ona anlatmak istediğim şeyse bunun sorun olmadığıydı. Kısa bir süre önce hayatıma Chan olmadan da gayet devam ediyordum ve yine edebilirdim. Onunla barışmam şart değildi, ki bunu istemiyordum da. Zorla yanımda tutacak değildim onu.
Zorunda hissetmediği arkadaşlıklarına devam edebilirdi.
"Böyle bir şeyi yanlışlıkla söyleyemezsin Mi-rae. Bu telafi edilecek ya da açıklanacak bir şey değil."
Gözlerini kaçırıp kafasını salladı. "Haklısın ama en azından neden onunla konuşmak istemediğini konuş. Büyük ihtimalle aklına bile gelmeyecek çünkü bu sebep."
Omuz silktim. "Çok düşüneceğini de sanmam. Üzerinde hissettiği bir yükü kaldırıyorum sonuçta."
Elleriyle yüzünü kapatıp "Seul Jiin,"diye fısıldadı. Kafasını tekrar kaldırıp bana baktı. "Sen ne zaman bu kadar inatçı oldun? Üstelik sen de kin tutup intikam alıyorsun. Koto'ya kızdığın şeyin aynısını yapıyorsun işte."
Kafamı yasladığım koltuktan hızla kaldırıp onunla daha göz teması kurdum. Bunu hiç böyle düşünmemiştim. Gerçekten ben de aynı şeyi yapıyordum. Chan'i dinlemeden, ona bir sebep sunmadan onu öylece itiyordum hayatımdan. Onu iterken üzülüyor muydum? Evet. Çünkü kalmasını ben de isterdim. Ama ben Koto'nun aksine bunu yapmakta haklıydım. Ben hiçbir şey yapmadığım halde Koto beni suçlu ilan etmişti ve kendi kafasında kurduğu olaylara karşı tavır alıyordu.
Ben sadece Chan'in benim hakkımda söylediği şeyleri sindirmek yerine yapmam gerekeni yapıyordum. Benimle arkadaş olmak istemeyen birine nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranabilirdim ki?
"Aynı şey değil." dedim. Kendime kızıyordum çünkü içten içe Chan'e olan öfkemi haksız bulmaya başlamıştım. Mi-rae'nin söyledikleri kararımı yumuşatıyordu.
"Aynı şey. Ayrıca Chan'in böyle düşünmesi senin yaptığın şeyi haklı çıkarmıyor. Onunla bu konuyu konuşman senin ona verdiğin değerle ilgili, onun sana verdiği değerle değil."
Belki de konuşsak gerçekten halledebilirdik. Kendini açıklamasına izin versem onu affedebilir miydim? Yine aynı samimiyeti ve dostça tavrı hissedebileceğimi düşünmüyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Po Tid||Bang Chan
Fanfiction"Hayatıma girmemesi gereken birisiydin, Chan. Böyle şeyleri hissetmemem gereken birisiydin." [Ekim,2020]