Odamın kapısına vurulduğunda uykumdan yeni uyanmış, telefonumla ilgileniyordum.
Ses çıkarmadım. Gelenin Mi-rae olduğunu, her şekilde zaten içeri gireceğini biliyordum. Koto asla ilk adımı atmazdı.
Araladığı kapıdan sessizce kafasını uzatıp karanlık odaya baktı. Odadaki tek ışık telefonumun ekranından gelen ışıktı.
İkimiz de konuşmamaya devam ederken yaklaşıp yatağa, yanıma uzandı. Telefonumun ekranını kilitleyip kenara bıraktım.
Bu konu hakkında konuşmak istemiyordum ama beni sorgulayacağını da biliyordum. Mi-rae olayları hep kontrol altına almaya çalışırdı.
"Dışarı çıkmak ister misin?" dedi fısıldayarak. "Po tid'e gidebiliriz."
Şaşırarak kafamı tavandan ona çevirdim. Karanlık olduğu için yüz ifadesini tam olarak göremiyordum bu yüzden vazgeçip tekrar tavana döndüm. "Ne yapacağız orada?"
Normal bir günde olsaydık bunu hiç sorgulamazdım çünkü oraya gitmek bizim için rutin haline gelmiş bir şeydi. Ama şüphe etmeden duramıyordum. Kotoyla aramı düzeltmek için bizi Po tid'e mi götürmeye çalışıyordu?
"Her zaman yaptığımız şeyi Seul Jiin."
"Olur."
Gülerken yataktan kalktı. Odadan çıkacağını sanarken birden üzerime eğilip sesli bir şekilde yanağımı öptü. "Hazır ol o zaman."
Odadan çıktı. Hala Koto'nun da bizimle gelip gelmeyeceğini bilmiyordum ama sadece ikimizin gideceğini düşünmüyordum.
Üzerime siyah bir eşofman ve gri kazak giyip salona gittim, eğer Koto oradaysa direkt ayakkabılarımı giymeye gidecektim ama neyseki orada değildi.
Koltuğa oturup Mi-rae'yi beklemeye başladım. Evde hiç ses yoktu. Koto'nun gelip gelmeyeceğine dair tahminde bulunamıyordum.
Odalardan birinin kapısı açıldığında nasıl duracağımı bilemeden ellerimi koyacak yer aradım. Midemin bile kasıldığını hissediyordum.
"Ben hazırım."
Mi-rae'nin sesini duyduğumda büyük bir rahatlamayla koltukta geriye yaslandım. Kalp atışlarım hala hızlıydı ama gerginliğim gitmişti. Kotoyla hemen yüz yüze gelmeye hazır değildim.
Ayağa kalktığımda Mi-rae beni süzdü. "Böyle mi geliyorsun?"
Söylediği şeyle kaşlarım çatışırken kendime baktım. "Ne var ki?"
Biraz bana baktı ama sonra omuz silkti. "Haklısın. Hadi gidelim."
Kapıya ilerlerken ona Koto'yu sorup sormama konusunda tereddütte kaldım ama sormadım. Konuyu kendim buna çevirmek istemiyordum.
Yine konuşmadan evden çıkıp yürümeye başladık. Mi-rae koluma girip bana sokuldu. Beni neşelendirmeye çalıştığını biliyordum. Aslında ona bu olayı çok kafama takmadığımı söylemek istiyordum, sadece Kotoyla bir süre konuşmayı tercih etmeyebilirdim.
Yeşil ahşap kapının önüne geldiğimizde önce Mi-rae, ardından ben içeri girdik.
Etrafa bakarken parmağıyla bir yeri işaret etti. "Chan burada! İnanabiliyor musun?"
Sesindeki sahte şaşkınlığı yok sayarak gösterdiği yere baktım.
Bang Chan tanıştığımız yerde, yine aynı masada oturmuş telefonuna bakıyordu. Onu orada görünce gülümsememi engelleyemedim. Bunu beklemiyordum ama böyle olmasından da memnundum.
Mi-rae beni o tarafa çekiştirdi. Masaya yaklaşırken Bang Chan'in bakışları telefonundan kalkıp bizi buldu ve gülümseyerek ayağa kalkarken telefonunu cebine koydu. Mi-rae ona sarıldıktan sonra bana döndü, bir an tereddüt etti ve sadece beni selamlayacağını sandım ama bana da sarıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Po Tid||Bang Chan
Fiksi Penggemar"Hayatıma girmemesi gereken birisiydin, Chan. Böyle şeyleri hissetmemem gereken birisiydin." [Ekim,2020]