Gözlerimi zar zor açık tutarak insanların söylediklerine odaklanmaya çalıştım ama kafam gittikçe ağırlaşıyordu. Bu ders bu kadar sıkıcı olmak zorunda mıydı gerçekten? Ya da ben bu dersi almak zorunda mıydım?
Telefonumun ekranı yandığında kafamı eğip gelen bildirime baktım.
Chan: Beklerken öleceğim galiba.
Gülümsememi saklamak için kafamı biraz daha eğdim. Saate baktım ama daha yirmi dakika vardı.
Seul Jiin: Sana gitmeni söylemiştim.
Artık gün sonunda eve birlikte yürüyorduk. Evimin onun yolunun üstünde olduğunu söylediğinde ona inanmamıştım ama sözümü tutup onu eve bıraktığımda bunun doğru olduğunu görmüştüm. Yolunun sıkıcılığını benimle azaltmayı sevdiğini, bu yüzden her gün bekleyebileceğini söylemişti.
Chan: Bunu gerçekten yine mi tartışacağız?
Tartışmayacaktık. Ne dersem diyeyim benimle geleceğini biliyordum ama her gün onu bekletmek kendimi suçlu hissetmeme sebep oluyordu.
Seul Jiin: Hayır, orada yalnız başına beklemeye devam et.
Chan: Yalnız olduğumu söylemedim.
Yalnız olduğunu nereden çıkartmıştım gerçekten? Okulda onu seven insanların sayısı oldukça fazlaydı, yalnız kalmazdı.
Seul Jiin: O zaman seni yanındakiyle bırakıp derse dönüyorum.
Derse dönme konusunda istekli değildim, sadece yanındakilerle vakit geçirmesine engel olmak istemiyordum.
Dong Hyun'la mı bekliyordu? Eğer öyle olsaydı söylerdi, Dong Hyun'u ben de tanıyordum ama diğer arkadaşlarını tanımadığım için başka bir tahminde bulunamıyordum. Tahmin de bulunsam ne değişirdi zaten?
"Teslim ettiğimiz analiz raporlarının geri dönüşleri yapılmadı."
Düşüncelerimi dağıtan sesle tekrar derse odaklanmaya başladım. Gerçekten geri dönüşleri yapılmamıştı. O kadar uzun zaman olmuştu ki ne hakkında olduğunu bile hatırlamıyordum.
Bir arkadaşından daha bahsetmişti aslında ama hakkında hatırladığım tek şey uzun boylu olmasıydı. Belki de onunla bekliyordu.
Neyi sorguluyordum ki? Okulun yarısı zaten onun arkadaşıydı, herhangi biriyle de bekliyor olabilirdi.
Ders bittiğinde zaten eşyalarımı çantama koymuş, hazır bir şekilde bekliyordum. Ayağa kalktığımda Seungminle göz göze geldik, gülümseyip kafamı biraz eğerek selam verdim. Artık Chan arkadaşım olduğu için ona selam vermek konusunda sorumluluk hissediyordum.
Sınıftan çıktığımda koridordaki büyük camın mermerinde bağdaş kurmuş Chan'i gördüm. Üstünde ona oldukça büyük gelen koyu gri kapüşonlu bir hırka vardı. Kulağında kulaklıklarıyla kucağındaki kitaba dalmış, önünden geçen kalabalığa rağmen kafasını kaldırmıyordu. Saçları, eğdiği suratının önüne düşmüş ve yüzünü kapatıyordu. Okuduğu kitabın ona iki gün önce verdiğim kitap olduğunu görünce gülümsedim, beğeneceğini biliyordum.
Ona yaklaşıp önünde oturduğu camın yan tarafındaki sütuna yaslandığımda geldiğimi fark etti. Kafasını kaldırıp kulaklığını çıkartırken kitaba eğilip nerede kaldığına baktım. Hala neye benzediğini tam çözemediğim parfümünün kokusunu aldığımda gülümsedim, artık bu koku benim için sadece Chan'e özgüydü.
"Yemeğin sonuna bile gelmemişsin daha."
Geri çekildiğimde kitabı kapatıp çantasının içine koydu. "Çünkü bazı yerleri defalarca okuyorum. Bu insanlar ne kadar garip böyle?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Po Tid||Bang Chan
Fiksi Penggemar"Hayatıma girmemesi gereken birisiydin, Chan. Böyle şeyleri hissetmemem gereken birisiydin." [Ekim,2020]