Akşam soğuğu iyice bastırırken montumun cebinden eldivenlerimi çıkartıp ellerime geçirdim.
Normal şartlarda her zaman geç kalan ben bu soğukta erken gelmiş ve donadak Chan'in çıkmasını bekliyordum.
Geceyi birlikte geçirecektik, bu yüzden staj yerine gelmiştim. Eve birlikte dönecektik.
Yüksek binanın geniş girişindeki kapıya doğru yaklaşan Chan'i gördüğümde büyük bir rahatlamayla gülümsedim. Otomatik kapı onu algıladığında kenarlara kayarak açıldı.
Göz göze geldiğimizde kaşları havaya kalkarken gülümsedi. Yaklaşıp kollarının arasına girdim. Ona sarılmanın verdiği his anında soğuğu unutturmuştu. Sarılmaya devam ederken kafamı biraz kaldırdım ve Chan'i öptüm.
Yüzündeki gülümseme büyürken gözleri kısıldı. "Özlenmişim sanırım."
Gülerken geri çekildim. "Bu çıkarımı yapabileceğin hiçbir şey söylemedim."
Elimi tutup parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. "Söylemene gerek yok zaten, ben senin zihnini okuyorum."
Yolda yürümeye başladık. Sokak çok kalabalık değildi. Zaten bölgede pek konut da yoktu, tek ışık sokak lambaları ve yoldan geçen arabaların farlarıydı. "Ah, öyle mi? O zaman şimdi ne düşündüğümü de söyle."
Otobüsü çok fazla beklememeyi umuyordum ve aklımdan geçen de oydu.
"Benimle birlikte olduğun için tüm evrendeki en şanslı insan olduğunu ve beni yarattığı için tanrıya ne kadar minnettar olduğunu."
Korece konuşurken bu kadar uzun cümleler kurabilmesi bazen beni şaşırtıyordu açıkcası. Ellerimizi kaldırıp boştaki elimle işaret ettim. "Elimi bırakır mısın? Seninle tanıştığıma pişman oluyorum çünkü."
Chan kahkaha attığında adım atmayı bıraktı ve ben bir an ondan öne geçtiğim için yalpaladım ama hemen ardından yürümeye devam etti. Bir sokak lambasının altından geçerken göz ucuyla Chan'in suratına baktım. Göz altlarındaki renk değişimi beyaz teni yüzünden hemen belli oluyordu, yorgun ve uykusuzdu. Buraya gelmek için çok erken kalkıyordu ve eve gittiğinde yine geç yatıyordu. Saçları tekrar uzamaya başladığı için bukleleri iyice belirginleşmişti ve oldukça kabarıklardı.
Neyse ki ertesi gün okula gidecekti, ikimizin de öğlene kadar dersi yoktu bu yüzden rahatça uyuyabilirdik.
"Sırt çantan ağır mı?" dedi elimi bırakıp çantayı kontrol ederken.
Kafamı iki yana salladım. "Hayır. İyi böyle."
Beni dinlemeden çantanın saplarını omuzlarımdan sıyırmaya çalıştı ama ona izin vermedim. "Saçmalama Seul Jiin bu çanta çok ağır. Ne koydun içine?"
Elini çekip tuttum, tekrar yürümemiz için onu çekiştiriyordum. Zaten çok yorgundu bir de çantamı taşıtmayacaktım. "Sınavlar yaklaşıyor, çalışmam lazım."
Birkaç adım sürükleyebilmiştim ama inat ediyordu. "Yarın evden birlikte alırdık gerekenleri. Haftasonu da çalışırdık."
Kaşlarımı kaldırarak alaylı bir şekilde güldüm. "Haftasonu da seninle kalacağıma eminsin yani?"
Bir an afalladı, onu çekmem daha kolay oldu. "Kalmayacak mısın?"dedi yavaşça yürümeme ayak uydururken.
"Hayır. Cumartesi günü Koto dönüyor. Evde olmam lazım."
İlişkimizi Koto'dan saklamak gibi bir amacım yoktu ama gelir gelmez de gözüne sokamazdım bunu. Aramızın nasıl olacağını bile bilmiyordum, buzları eritmeden yeni bir kütleye çarpmamalıydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Po Tid||Bang Chan
Fanfiction"Hayatıma girmemesi gereken birisiydin, Chan. Böyle şeyleri hissetmemem gereken birisiydin." [Ekim,2020]