24. Bölüm

2.2K 166 92
                                    

Geçenlerde bir bölümde sınır koyma kararı almıştım. 

Sınır 80 oy ve 100 yorum. 

Eğer sınır geçilmezse bölümler cumartesi akşamları 21.00'da gelecek, sınır geçilirse daha erken paylaşmayı düşünüyorum. Umarım bir aksilik olmaz. Aslında yazarken sizden tek beklentim yorum. Çünkü düşüncelerinizi gerçekten merak ediyorum. 

Keyifli Okumalar! ( Medyada şu ara dinlemeden bıkmadığım bir şarkı bırakıyorum sizin için) 

Uzun soluklu bir hikaye olacak buraya kadar gelenlerin bunu anladığını düşünüyorum. 

***

Yağımsı peyniri kızarmış ekmeğe sürerken tadının tuzlu mu yoksa yağ kadar tatsız mı olacağını düşünüyordum. Peynir gibi değildi ama yağ da değildi. Peynir kadar beyaz, yağ kadar yumuşak bıçağın ucunu kızarmış ekmeğin üzerinde kaydırdım.

"En baştan anlattıklarını doğru mu anladım? Sen Baha'nın babanın oğlu olduğunu bilmiyordun. Biz Moldova'da iken yolunu kesiyor. Seni bir adam götürüyor ve sen de para karşılığında benim hakkında toplandığın üç beş bilgiyi bu adama anlatıyorsun. Bu adam seni babandan koruyacağını söylüyor ama aslında Baha'nın adamı?"

Yağımsı peyniri sürdüğüm kızarmış ekmeği dudaklarımı götürürken başımı salladım.

"Bilerek sana bunu yaptırdığını düşünüyorsun çünkü ben veya bir başkası, İgor gibi, bunu duyduğumuzda seni öldürmek isteyecektik." Biraz düşür gibi yaptı. Gözleri tavana kaydı sonra dudağını büküp başını salladı. "İşe yaramışa benziyor. Şimdi de seni istediği kişiyle evlendirerek evden uzaklaştırmaya çalışıyor. Senin hakkında yalan yanlış bilgileri sağa sola servis ediyor ve seni de bunları babana anlatmakla tehdit ediyor."

Tadı hiç fena değildi. Peynir kadar tuzlu değildi, yağ kadar tatsız da değildi. Sütlü kremsi bir kıvamı vardı. Tekrardan başımı salladım, anlattığı olaylar yaşarken daha karmaşıktı. O konuştukça taşlar yerine oturuyordu. Ona en başından dün akşam Çağla ile konuşmamıza kadar geçen her şeyi anlatmıştım. Başım hafif hafif zonkluyordu, hissettiğim zonklama sanki biri gece başıma birkaç defa odunla vurmuş gibiydi. Telefonumun nerede olduğu konusunda en ufak fikrim yoktu. Açlıktan ve susuzluktan ölmekten son anda kurtulmuş üzerimde siyah, bana en az iki eden büyük gelen, Gestapo elbisesi ile –bana onun giydiklerini hatırlatmıştı- yatağın bir köşesinde kahvaltımı edip Ezra ile hayatımı sorguluyorduk. Bir de yediğim şu şeyi. Üstüne biraz reçel koydum. Hangi meyve olduğunu bilmiyordum. Kiraz gibiydi ama değildi. Kirazdan daha ekşi bir tadı vardı ve bu kremsi şeyle güzel oluyordu.

Çayından bir yudum aldıktan sonra parmaklarıyla birkaç defa masaya vurup "Şimdi her şey yerine oturdu." dedi.

Ağzım dolu bir şekilde konuştum. "Evet, Baha beni öldürtmeye daha doğrusu öldürmeye çalışıyor. Derdi benim."

Ukala bir şekilde cıkladı. "O sadece hedefe giden yoldaki bir adımı, onun istediği babanın yerine geçmek." dediğinde suratımı buruşturup başımı kaldırdım. Beni izlediğinin farkında değildim. Bakışlarımız buluştu. "Ona şu şekilde seslenmesen olur mu? Zaten unutmaya çalışıyorum bu akrabalık ilişkimizi."

Gözlerimin içine baka baka tekrar etti, "Baban olduğunu mu?" diye tekrar etti.

"Evet! O şey!"

"Bence de bu beni de biraz rahatsız ediyor, her neyse istediği şey Cellat'ın yeri... Senin buraya gelmemeni sağlamak için çabalamış. Buraya geldiğinden beri de seni uzaklaştırmak için uğraşıyor. Sonuç olarak, Cellat'ın rahatsızlandığını söylemiştin belli ki Baha bunun bilincinde baban öldüğünde geri de kalan her şey öz evladı ortada olmadığında ona kalacak."

Bestenigar #Watty2022Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin