38. Bölüm

3K 218 54
                                    

Sizce bölüm sonunda hüngür hüngür ağlamış mıyımdır?

Görüş ve yorumlarınızı bekliyorum.

***

Onu karşımda hasta yatağında görmeyi beklemiyordum. Onu nasıl göreceğimi düşünmemiştim ama o her zaman yıkılmaz, güçlü, sağlam dağ gibi bir duruşa sahipti. Şimdi o dağ hastane yatağının içerisinde evinin bir köşesinde kablolara bağlı bir şekilde karşımda duruyordu. Sağlığıyla ilgilenen iki doktor bir hemşire kapıda bekliyordu. Beni içeri almadan önce onu yormamam konusunda uyarmışlardı. Onu hiç yormayacağıma emindim, o benim için yorulmazdı. O zahmete girmezdi. Bu konuda endişe duyacakları en son insan ben olmalıydım.

Ona ne diyecektim, onunla ne konuşacaktım? Kafam allak bulak olmuştu. Buraya gelmeden önce yaptığım çalışmalar, ezberler hepsi aklımdan bir hindiba tomurcukları gibi aklımdan uçup gitmişti.

Ezra’ya bu konuyu açtığında başta delirdiğimi düşünmeye başladığını söylemişti. Aslında deli olmadığım konusunda da şüphesi olmadığını özellikle belirtmişti ama bu kadarını beklemiyordu. Ben de buraya kadar geleceğimi düşünmemiştim. Ona kafamdakileri anlattığımda hiçbir sebep olmaksızın bana avukatıyla yardım etti ve bir sözleşme hazırladılar. O adamdan hakkım olanı almam için hazırlanmış bir sözleşmeydi. Üzerinde yalnızca bir gün çalışılmış olmasına rağmen sanki daha önce düzenlenmiş gibi detaylıydı. Yolda uzun uzun inceleme fırsatım olmuştu. Bu sözleşmeyi karşımdaki hasta ve yaşlı adama imzalatmam gerekiyordu. O elimde tuttuğum deri, Prada marka çantada katlı bir vaziyette duruyordu.
Buraya gelme sebebim yalnızca imza değildi. Ölmeden önce onunla yüzleşmekti. Aklımdaki sorulara biraz olsun cevap bulabilmekti.

Orada ve bana bakıyordu. Hasta yatağında olmasına rağmen ne üzgün ne de bana karşı mahcuptu. Yüzü beni gördüğünde değişmedi. Şaşırmamıştı, belli ki ben İstanbul’a adım atar atmaz ona haber gelmişti.

“Beni özlediniz mi, Celal Bey?” diye sordum. Hasta yatağının köşesinde duran sandalyeye doğru yürürken orayı gözüme kestirmiştim. Ondan sandalyeyi biraz uzaklaştırıp oraya oturacaktım. Ayakta konuşmayı sürdüremeyecek kadar sorum vardı.

Dudaklarını araladığında derin bir soluk aldığını duydum, ardından üç defa öksürdü. Ciğerlerinden gelen bu kuru öksürükler onun hastalığını gösteriyordu. Ben ne hissediyordum, peki? Hasta yatağında yatan bu yabancı, hayatımı mahveden adamın ölecek olması düşüncesi bende hiçbir his uyandırmıyordu. Derinlerde bir yerde yaralandığımı hissediyordum ama onu gün yüzüne çıkartmaya cesaretim yoktu.

“O kapıdan dışarı adımını attıktan sonra bir daha buraya döneceğini düşünmemiştim.” dedi, kuru, soğuk bir sesle.

“Haklısın, dönmeyecektim. İstenmediğim yerde duramama gibi bir huyum var ama öleceğinizi duydum.” dedim, aynı soğuklukta ses tonu ve bakışlarla. Donuk bakışlarımı üzerine dikmiştim. Dilimdeki zehri yavaş yavaş akıtmaktan çekinmedim.

“Vedalaşmaya mı geldin?”

“Sorularıma cevap bulmaya!” cevabım kesin ve netti.

Bir öksürük daha…

“Ne öğrenmek istiyorsun?”

Derin bir iç çektim. Burası ikimizin konuşması kadar soğuktu. Belki de onunla yapacağım son konuşmaydı ama ben hiç öyle hissetmiyordum. Burada onun bağlı olduğu yatak, kablolar, bu soğuk oda…

“En başından anlatmanı istiyorum. En en başından… Annemi bilmek istiyorum, beni neden oraya hapsettiğini bilmek istiyorum? Kendi evladını nasıl bu kadar görmezden gelecek kadar nefret ettiğini bilmek istiyorum!” sesim her bir soruda daha da yükseldi. İşte duygularım yavaş yavaş yüzeye ulaşıyordu. Yıllardır bastırdığım, ona olan öfkem ve nefretim artık yavaş yavaş dilimden akmaya başlamıştı.

Bestenigar #Watty2022Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin