Karakterlerle röportaj bölümleri nasıl gidiyor? Okudunuz mu, sevdiniz mi? Gökalp ve Dolunay'ı okuduk, sırada Ada ve Rüzgar var. Pazartesi ve perşembe günleri kitaba yeni bölüm gelirken hafta sonları da onları biraz daha tanıyor olacağız. :)
*
bölüm şarkısı:
three days grace - someone who cares*
Eski savaş filmlerinde, her sırrın çözüleceği ve tüm savaşların cereyan edeceği o vakit için "gün doğumunda" denirdi.
"İlk ışıkta" bazen de.
Vakti böyle belirlerdi.
Saatin henüz icat edilmediği zamanlardan kalma bir cümle miydi? O zaman niye ondan sonra da devam etti?
Herhangi farklı bir şekilde ölçülemesin, hata olmasın ve herkes en objektif ölçüte göre savaş meydanında hazır olsun diye bence böyle bir zaman dilimi seçildi.
Güneş... Gecenin karanlığını bir bıçak darbesi gibi sona erdiren yegane anneydi. Çukurda da olsan, bir kulenin tepesinde de, doğduğunu kaçırman imkansızdı. Bu nedenle hiçbir savaşına da geç kalmazdın.
Belki de tüm olayın ışığın olduğu vakitte meydana gelmesi içindi. Her türlü pislik günün en aydınlık saatinde ortaya çıksın ve en ufak pürüz bile kimseden saklanamasın diyeydi "günün ilk ışığı" seçimi.
Ya da atların en kuvvetli, insanoğlu zihninin en boş ve sakin olduğu an diye miydi? Bilmiyordum, yalnızca kedileri araştırmıştım, atları değil. Güne başka hiçbir yerde yorulmadan, hiçbir konuya insana takılmadan savaş alanında başlamak içindi.
Hoş, savaşa gideceğini bilen asker önceki gece zaten ne kadar uyuyabilirdi?
Ya da olay nasıl sonuçlanacaksa erkenden olsun bitsin, işimize bakalım demek içindi "gün doğumu" seçimi. Sabahın ilk ışıklarıyla başlayıp akşama kadar tüm korkulu rüyaların gerçekleştiği ama gece olduğunda her şeyin huzura kavuştuğu bir an yakalamak içindi. Erken kalkan erken yol alırdı. Daha çok yol katetmek içindi.
Tüm objektif ihtimallerin yanında kendimi bu konuda metaforik bir anlam aramaktan da geri tutamıyordum. "Yeni bir günün doğumu, başlangıcı" olabilir miydi savaşandaki umut? Her şey bittikten, tüm şehitler verildikten sonra ayakta kalanlarla başlayacak yepyeni bir çağın göstergesi miydi "gün doğumunda" savaşmak?
Hepsi olabilirdi. Hepsi, birer birer mantıklı açıklamalar ve nedenlerle geliyordu.
Ama biz geceyi seçtik.
Her zamanki gibi, hepimiz gibi geceydi tüm kum saatleri. Dökülen taneler kadar ufak seslerle attık adımlarımızı. Güney Cephesi'ni karşımıza çoktan almıştık, artık kıyametin kopması an meselesiydi. Olayın bu kadar büyüyeceği aklıma hiç gelmemişti. Kendimden basit gördüğüm insanların çocuksu havlamaları olarak adlandırdığım ne varsa dönüp dolaşıp kanatmıştı dizlerimi.
Hepimizinkini.
Olayların içine girdikçe, düşmanın herkesten bir parça götürdüğünü gördüm. Diğerlerinin verdiği kayıplar benim "kedim" gibi hayali değildi. Rüzgar'ın köpeği, Aden'in kız kardeşi, Hazal'ın evi, Serkan'ın eski konservatuvarından atılması ve Atagül'e gelmesi ve daha niceleri. Bildiklerim henüz çok yeni öğrendiklerimdi. Kulak kabartarak, kimi zaman çok göze batmamak kaydıyla kendilerine sorup soruşturarak, kimi zaman Gökalp'ten yardım alarak duyduklarımla tamamlıyordum puzzle'ı. Herkesin mutlaka bir yarası vardı. Tüm dünyada. İrili ufaklı, açık ya da kabuk bağlamış, ağlatan ya da yumruk attıran bir yarası elbet vardı. Başkalarına ya da suni eşyalara bağımlı olduğumuz sürece hep de olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arkada Kalanlar
Teen FictionYıllarca yetimhanede büyümüş Ada, kendisini çocukken terk eden ailesinden intikam almak isteyen zeki, asi bir genç kızdır. Alacağı bu intikamı yıllarca planlamıştır ve bunun için biyolojik babasının tek oğlu Rüzgar'a yakın olması gerekmektedir. Ada...