(Özel) Bölüm 28 - Yuvaya Dönüş

3.3K 127 1.7K
                                    

y/n: uzun bir süreden sonra, yeniden buradayız. Sadece sizi ve TP'yi ne kadar çok özlemiş olduğumu belirtmek istiyorum. Bu -aylar sonra gelen bonus bölüm sizin için. Beğeneceğinizi umuyor ve yeniden yorumlarda sizinle konuşmak için can atıyorum. Ne zaman son desem devamı geldiği için, artık sizinle veda konuşması yapmıyor -:)- ve her zaman burada olduğumu söylüyorum. İyi ki varsınız, iyi ki.

Bu bölümün birçoğunu multimedia'daki house on the hill şarkısı ile yazdım* yazım hataları varsa şimdiden mazur görün, umarım beğeneceğiz ve çok mutlu olacağınız bir bonus bölüm olmuştur!!










Düğün gününden tam 5 sene; birbirimize verdiğimiz o sözle, aşkımızın yasak olmaktan çıkıp isim bulduğu 6 Haziran gününden 3 sene 2 ay sonra... 

Saç tutamları her bir makas darbesiyle ağır ağır süzülerek yeşil banyo fayanslarının rastgele bir yerine düşüyordu. Yerdeki koyu kastane saçların hepsi bana aitti, makası tutan ve saçlarımı kesmekte hiçbir çekince duymayan ve buna gönüllü olan eller ise Louis'e. Yıllar önce bana verdiği sözünden dolayı değildi hiç de. Her ne kadar, genelde beraber paylaştığımız banyoda tıraşını yapmam için bana izin verse de, sıra bana geldiğinde aynı anlayışı bazen ona göstermeyebiliyordum. Louis sorun etmiyordu. Saçlarımı seneler sonra ilk kez kısaltmaya karar verdiğimde de etmemişti. Artık omuzlarıma değmiyordu hiçbiri. Oturduğum tahta tabirede arkamda duran bedenini ve meşgul mavi gözlerini bulmadan önce, sırtımdaki eksikliğini fark etmem gerekmişti. Aynadan ona baktığımı gördüğü anda, gözlerimin önüne kadar düşen, bir hayli kısalmış dağınık dalgalı saçlarımı geride toplamaya çalıştı. Gözleri hala bendeydi ve açık bir şekilde gülümsüyordu. Ben de ona gülümsedim. Sabahın erken saatleri olduğundan, güneş ikimizin de suratının sadece yarısına vuruyordu ve bundan rahatsız olmuyorduk, hiçbir zaman da olmazdık aslında.

Hala bana bakarken ellerimin arasına, arkamda kalan ve kestiği son saç tutamlarını bırakıp tüm kollarıyla bedenimi iyice sardı. Onun kolları arasındayken, gözlerim avcumun ortasında duran kıl yumağına gitmişti. Sonrasındaysa, yerdeki tüm geri kalanına. Molise'deki evimizin yeşil banyosunun her yeri benim saçlarımla kaplanmıştı. Tuhaf hissettiren bir şeyler vardı o an. Etrafın batmasıyla ilgilenmiyordum, daha çok zamanın nasıl akıp gittiğine şahit olmanın tuhaf deneyimini yaşıyordum sanki. Louis yanı başımdaydı, tıpkı o an olduğu gibi. Bana söz verdikten öncesinde olduğundan daha çok bu defa. Beni hiç bırakmamıştı ve o gece kalmamı isteyerek dile getirdiği gibi, bana bakmış ve ilgilenmişti de. İtiraf ettiğim zaman kulağa çok uzun zamanmış gibi geliyordu. Koskoca, büyük bir üç sene; nasıl akıp gittğini bilmediğim. Ancak bildiğim tek bir şey vardı ki, sadece bu son üç senede yaşamanın nasıl bir his olduğunu öğrenmiştim, Louis'le. Mutlu olmayı, sevinci doruklarına kadar yaşamayı, endişelenmeden nefes almayı ve korkmadan sevmeyi de o öğretmişti bana. Hem de daha öncesinde. Sadece, artık hep süreceğinden emin olmak çok ama farklıydı. Ama Louis, farklı olanı da güzel kılıyordu her zaman, istisnasız bir şekilde.

Louis, Louis, Louis... Adını bastırmaya ya da fısıldamaya gerek kalmaksızın seviyordum ben onu. Aşk büyür müydü onu da bilmiyordum, ancak benim ona olan aşkım büyümüştü. Hislerim genişlemiş ve en uçlara, var olmayan sınırlara değmeye başlamıştı. Aslında bu yeni tanıdığım hislerden biri değildi ya. Ben hala, onu ilk gördüğümdeki hisleri yaşıyordum içimde; o heyecanı, büyük tutkuyu ve dengesizliği, taşkınlığı ve sadece dışarıdan bakıldığında abartıya kaçan diğer hislerimi. Tüm mutluluğum onun içinde ve etrafında dönüp duruyordu. Sabah onunla nefes almaya başlayıp, gece yalnızca onun kollarında huzuru buluyordum. Ve geceyle gündüzümüzün karışmasına izin verecek kadar beni mutluluk sarhoşu ettiği zamanları da seviyordum. Hem, sayamayacağım kadar gecemiz olmuştu onunla. Bu açıdan baktığımda, üç sene birden bire ufalıyordu gözümde. Çünkü, onunla mutlu olduğum her an, dakika veya saniye benim için bilinmeyen başka evrendeki ömürlere bile değerdi. Belki de en önemlisi buydu; son üç senede Louis bana tüm bunları birden öğretmişti. Sadece mutlu olabilmeyi. Başka bir zaman olsaydı, belki asla bir insanın üzülmeden yaşamayacağını saçma bulur ve inanmazdım. Ama artık, inanıyordum. Çünkü artık yaşıyordum. Yaşamanın ne demek olduğunu biliyordum.

The Peak | LarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin