Bölüm 26 - Takım Elbise

2.2K 170 852
                                    

Bana çok uzak bir geçmişte doğmuştu; soğuk bir gecenin ortasında, belki de yalnızca birkaç saattir yeni yeni nefes almaya başlamış o minik bedeniyle yağmur altında kalıvermişti tek başına. Aslında bunların gerçek olup olmadığını kimse bilmiyor, hikayenin sahibi bile.

Sadece birkaç gün kalmıştı yeni yıla. Zaman sonsuzluk evreninde akıp gittikçe, takvimin birer birer kopartılmış yaprakları en sonuna geliyordu. Günlerin, saatlerin devir olup, 1980 senesine geçmesine çok az kalmıştı. Louis de, işte tam o günlerde doğmuştu. 79 senesinin Noel'ine yalnızca birkaç gün kala. Kabul edilmişin dışında bir yerde açmıştı gözlerini, ne annesinin sıcak kollarında, ne de doğumhane ebesinin etrafına sardığı mavi-yeşil arasında bir renkteki örtünün içerisinde. Hastane koridorlarıyla tanışmamıştı doğar doğmaz, diğer bebeklerin aksine. Onu kimse isimlendirmemişti üstelik, kendi varlığından bile habersiz bir bebek; bu korkunç dünyada tek başına... Ne üzücü ve dehşet dolu bir başlangıç hikayesi ama. Ne kadar bahtsız bir kader, diye düşünmüştüm. Ama Louis, tam aksini söylemişti. O aslında şanslı olandı. Hem de en başından beri.

Louis'in bebeklikten başlayan tuhaf hayat hikayesini anlamam için, daha gerisine gidilmesi gerekmişti; Onu önce yetimhaneden, sonra da ıslak çamurlarla kaplı ara sokaklardan kurtaran ailesinin kim olduklarına, Tanrı'nın onları nasıl buluşturduğuna ve nasıl ayırdığına. Louis, Vincent Berkham Tomlinson ismine sahip bu adamı, asla 'üvey' baba olarak görmemişti. Her çocuğun babasına duyduğu o hayranlıkla bağlıydı ona. Eğer başka biri olarak bu dünyaya gelme şansı sunulsaydı, Louis şüphesiz babası olmak isterdi. Onu her zaman kendine örnek aldı, davranışlarını ve değerlerini benimsedi. Öğretilmediği halde, Louis, şükranla bağlıydı onlara. Kendisini şanslı görmesindeki tek sebep, şüphesiz onu sahiplenen, artık kısa süre içerisinde ailesi olarak gördüğü ve bağlandığı bu iki insandı; Vincent&Celine Tomlinson. Louis, anne ve babasının aşklarının ne zaman başladığını tam olarak bilmiyordu, ama ilk görüşte aşk olduğuna emindi. Felsefeyle uğraşan bir adamı, kitaplarından ve uğraşlarından eden, bu mükemmel kadın olmuştu, yani Louis'in hayatında en değer verdiği kadın; annesi.

Yetimhaneden, onu alan asıl kişi Celine'di. Onların hikayesi, asla evlat sahibi olamamalarıyla başlıyordu. Doktorlar, hiçbir şekilde olmaz dediği halde, annesinin bu konudaki ısrarcı tutumları Vincent'ı hep üzerdi. Bir gün, annesi her şeyden habersiz bir şekilde, eşine kiliseye gidip dua etme fikrini sundu. Vincent Berkham, inanmadığı halde, eşinin umut arayışına o gün ortak olmuştu. Böylelikle, kilisenin papazının söyledikleriyle, yeni bir karar verdiler, ya da akıllarındaki kararı uygulamaya geçirdiler: "Tanrı için, sahipsiz bir masumu evlat edinin. Tanrı, hiç beklemediğiniz bir günde eşinizin rahmini bir çocukla kutsayacaktır."

Ne saçmaydı ama, doktorların dediğini hiçe sayarak konuşan bu yalancı adamı, Vincent, eşine ümit verdiği için öldürmek istemişti. Ama, eşinin daha o anda mutluluk gözyaşlarına boğulduğunu gördü. O dakikadan sonra, nasıl o tatlı kadını kırabilirdi ki? Üstelik, Vincent için arada kan bağı olmasının hiçbir önemi yoktu ya, bir çocuk sahibi olmak onun da elbette hoşuna gidecekti. Önemli olan, aile olabilmek değil miydi?

Celine, Louis'e ne zaman bu hikayeyi anlatsa, tıpkı o kilisedeki gibi sessiz sessiz ağlardı. Aradaki eksik kan bağını bilerek büyümüştü, ama ailesi hiçbir zaman bunu ona hissettirmemişti. Her zaman kendini, ait olduğu yuvada hissederdi. Tüm bunların yanında, annesinin ona anlattığı öykülerdeki kader anına, şansa ve tesadüflere inanmayı hiç bırakmadı. Soyutlanamadığı o gerçekçiliğinin arkasında, bunlara inanmaktan bir an olsun vazgeçmeyen bir kişilik saklıydı aslında. Şimdiye dek onun hakkında, her zaman etrafında olup bitenleri bir sebep-sonuç ilişkisine bağladığını düşündüğüm tarafının yanında, böyle bir parçası olması  beni çok şaşırtmıştı. Bazen, her şeyin altında sebep aramazdı işte, olması gerektiği için olurdu ve bunların varlığını kabul ederdi. Mantık ve gerçekçiliğinin yanında, herkesten gizlediği duygusal bir tarafı vardı ve bu taraf, onun en derin kısmıydı; özellikle de annesine olan düğümleri çok öncedendir atılmış o sıkı bağı.

The Peak | LarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin