Bölüm 17 - dürüstlük ve cesaret

2.7K 216 920
                                    

Büyükannem ikinciye hamile kaldığında, bebeğin daha henüz cinsiyeti belli olmadan ismi belliydi; 'Daisy'. Hep altıncı hislerine güvenirdi bu yüzden bebeğin kız olduğuna inancı eksiksiz ve tamdı. Ama doğumdan sonra bebeğini kucağına aldığı anda karşılaştığı şey, ismini hayallerindeki gibi Daisy koymasına engelleyecekti. Bu yüzden, yeni doğan erkek bebeğine önceki oğlunun isminden giderek birkaç harf değişikliği yaptı ve ona Eden ismini koydu. Dean ve Eden isimli iki oğlundan sonra artık kucağına almak için sabırsızlandığı kız çocuğuna kavuşacaktı 3 sene sonra, annemle. Sonunda Daisy'si kollarındaydı, onun biricik, ilk kızı Daisy.

Ona oğullarından daha düşkün yetiştirecekti, hayallerindeki gibi kendisi için uzattırdığı kızının saçlarını saatlerce tarayabilecek, ona annesinden öğrendiği özel hünerlerini aktarabilecek, yemeğin ve ev temizliğinin nasıl yapıldığını gösterebilecekti. Tıpkı hayallerindeki gibi bir kız yetiştirdiğini tam olarak fark ettiğinde annem 18 yaşına gelmişti; büyükannem artık son çocuğunu doğurmasından sonra tam olarak 9 sene geçmişti. Kimse anneden bir şey beklemiyordu artık, görevlerin tümü tek genç kadındaydı, o da annem Daisy oluyordu.

Kendisinden büyükleri eve geç saatte gelirdi, tüm gün evde olanlarla ise bütün gün boyunca ilgilenmek zorundaydı. Annem daha evlenmeden eve hapsolan bir kadın olduğunu fark ettiğinde, çok da geç kalmamıştı hayata atılabilmek için. 19 yaşındayken evlerinin yakında büyük bir kütüphane açılmıştı. Oraya çalışmak için başvurduğunda üniversiteye hiç gitmemişti bile. Sonra tüm günlerini kütüphanede geçirmeye başladı. Böylelikle kitaplarla haşır neşir oldu ve üniversiteye girecek kadar kazanımları elde etti. Üniversitede ise, babamla tanışması belki de annemin en büyük talihsizliğiydi.

Daisy, Des'le tanıştığında tam olarak onun hayallerindeki insan olduğunu düşündü. Tanrı aşkına, isimleri bile ne kadar da birbirleriyle eşleşiyordu öyle. Birbirlerine o kadar da benzemediklerini ise, evlenme sürecinde anlayacaklardı. Babam koyu bir katolikti, March ailesi ise klasik bir İngiliz ailesiydi ve annem de diğer aile üyeleri gibi protestandı. İlk kavga daha düğünlerinin hangi kilisede olacağı hakkında çıkmıştı.

Benim de annemin karnına düşmem hiç vakit kaybetmeden olmuştu. Annem 22 yaşındayken onun kolları tarafından kucaklanmıştım ilk kez, -ebeyi ve hemşireleri saymazsak eğer- o büyükannem gibi olmadığı için ultrasonda cinsiyetime bakarken, doktor utangaç bir erkek olduğumu söylemiş. Bu doğduktan sonra da çok fazla değişmemişti. İlk kez ergenliğe girdiğimde, aynanın karşısında vücudumu incelerken bir şeyleri geride bırakmış gibiydim. Vücudumdan utanmıyordum ya da bir şeyleri saklamak zorunda hissetmiyordum. Artık tamamiyle kendimle barışık olduktan sonra hayatın gerçekten nasıl olduğunu anlayacaktım. Kafamın içini dolduran başka sorunlar olduğunda.

Aslında dünyaya geldiğim ilk andan beri sıradan bir hayat yaşıyordum. Yaşıtlarımla dolu etrafıma ne zaman baksam onlardan hangi anlamda farklılaşabilirdim, bu mümkün müydü, diye sorup dururdum kendime. Ben sadece içe dönük, sessiz ve sakin biriydim. Kolay sinirlenmez ya da hemen ağlamazdım. İnsanları dinlemek kolaydı ama onlarla konuşmak zordu. İnsanlar bir şey anlatırken gözlerime bakabilirdi ama ben bunu yaparken başka yere bakmak zorunda hissederdim. Bazen tıpkı diğerleri gibi depresyona girebilirdim, bu da duygularımı çok fazla içime attığımda olurdu. Sıradan bir hayatım vardı işte. Ama bu, o yaz tatilinde onu öpene kadar sürecekti.

Gözlerimi ne zaman kapatsam, karanlığın ortasında beni öptüğü o ana gidiyordum. Yeniden ve yeniden yaşıyordum. Dudaklarının üzerindeki dudaklarım tekrardan irkiliyordu sanki öpüşürcesine, sıcaklığını hala hissediyordum. Kolları hala belime dolanıktı, ateşi andıran parmak uçları yanağımda geziniyordu. Hatta gerçekleşeceğine ya da gerçekleşmiş olduğuna inanmakta zorlanıyordum. Bazen gerçeklik algımı da yitiriyordum ama öpüşmemiz beni hayatımda  gerçeklikle kavuşturan ilk şey olmuştu, sonradan fark edecektim. Ondan önce, hayatımı sadece yaşamıştım, boşlukları doldurmadan ya da hiçbir şeyden haberim olmadan. Sadece var olmuştum, gölün içerisindeki bir taş ya da yere düşen kurumuş yaprak gibi. Sonraysa, Louis beni öpmüştü ve tüm her şeyin anlamını göstermişti.
Bir öpücük ve fazlası ile.

The Peak | LarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin