yirmi

1.3K 150 338
                                    







4 şubat 1940, pazar: ingiliz harbiye nazırı stanley halka alman kâğıt propagandasına karşı nutuk çekti, yaşasın büyük britanya! üç alman uçağı daha yere düşürüldü, yorkshire sizin son elvedanız. alman cephesi sessiz, yalnızca taarruz ettik efendim; gerçi alsas da bizim hakkımız. hitler bir açıklama yapmadı, basında yeni bir führer diyalogu yok ancak yakında bir kongreye gidilecek. savaşın neresinde olunduğunu henüz kimse bilmiyor, her an yeni bir cephe açılabilir.

fransa, almanya, ingiltere, rusya, polonya ve daha fazlası; o sırada tek bir kara parçası bile elijah'ı ilgilendirmiyordu zira elijah'ın o an dikkatini verebildiği tek şey batı cephesi için kendine hazırladığı valiziydi.

batı ilgisini çekmiyordu, hollanda hakkında da zaten inekten fazla bildiği şey yoktu -çiftlikte yaşamanın verdiği topraksal bağışıklık ülkeye dair hayranlık yaratabiliyordu ancak bu azımsanacak düzeydeydi- fakat elijah için önemli olan şey bu değildi. elijah, kelimenin tam anlamıyla polonya'dan nefret ediyordu ve burada içine çektiği her nefes göğüs kafesini daraltıyordu.

yeşil, boyası damla damla sökülmüş demir dolaptan çıkarttığı son eşyası ailesinin ona göndermiş olduğu keten gömlekti. yerde birleştirdiği dizlerini iki yana açıp soğuk mermerin üzerinde bağdaş kurdu. parmak uçları katlanmış gömleğin üzerinde dolaşırken tenine değen kumaşın sertliği yutkunmasına sebep oldu. işaret parmağı usulca gömleğin yakasına çıktı, düğmelerin ardından tek tek aşağı indi. üzerinde istemsizce taşıdığı bir iradesizlikle dolabın içinden çıkarttığı gömlek şimdi avucunun içindeydi. usulca gömleği kucağına bıraktığında içinde tarif edemediği bir duygu vardı ve ne düşüneceğini bile bilmeden gömleğini izliyordu.

arka kapının aniden açılmasıyla irkilip geriye baktı, sanki gömleğine bakması bir suçmuş gibi. kim anlardı ki bu gömleği ona kimin gönderdiğini? gözlerinden anlaşılır mıydı? o an kime nasıl baktığını bilmeden içeri giren askeri izledi. birkaç saniye içinde bakışları daha ağır bir sakinlikle önüne döndüğünde parmaklarının farkında olmadan titrediğini bilmiyordu. ailesini her düşündüğünde içine dolan bu suçluluk duygusuna engel olamayışı gururunu zedeliyordu, sanki sahiden lanetli bir ırktan gelmiş gibi.

elijah, gömleği dolaba geri koydu ve dolabın kapağını kapattı.

ayağa kalkıp metal valiziyle beraber misafirhaneye gitmesi yaklaşık beş dakikasını almıştı. burada polonya üzerindeki son günlerini geçirecek, karargâhtaki işler tamamen yola koyulduğunda fabryczna'dan kalkan on beşinci alman askeri trenine binecek ve ardından bazı sivillerinden arındırılmış, eril yeteneksiz askerleri katledilmiş, kadınlarının üzerinde çirkin parmak izleri bırakılmış, çocuklarının elinden oyuncağı alınmış slav caddelerinden son kez geçecekti. tren ağır ağır rayların üzerinden giderken kurumuş çimenlerin arasında erimeye yüz tutmuş beyaz karlar sessiz çığlıklar atacak, belki elijah bunları duyarsa pencereden belli belirsiz bir yahudi ilahisi mırıldanacaktı. evinden ailesi götürülmemiş, kız kardeşi ismini bile bilmediği bir toprağın altında çürümeye bırakılmamış, babası av tüfeğiyle kendini alnının tam ortasından hiç vurmamış gibi batı ön cephesine giderken geçen üç günlük yolculuk boyunca yuvasına döndüğünü hayal edecekti vaktin krizsiz geçebilmesi için.

"ernst schäfer!" misafirhanenin girişindeki sırada isminin seslenilmesiyle pervazdaki askerin yanına gitti ve eline tutuşturulan kâğıdı duvara yaslayarak kâğıda imzasını attı. kuru mürekkep ilk defasında yazmamasına rağmen kimse özenli bir imza bırakmadığı için bunu umursamadan içeri giren elijah metal bavulunu boş bir yatağa koyana kadar nefes almakta güçlük çekmişti. hiç değilse ranzayla uğraşmayacaktı; misafirhaneler tek tek yatakların dizildiği, sivri demirleri uyurken yüzüne batmayan, üst tarafta yatan bedenin horlayışının her saniye duyulmadığı, daha havadar ve ışıkların daha parlak olduğu konforlu bir yerdi -ron'un odası dışında tekli yatakta yatmadığı için bu elijah'ın gördüğü en konforlu yatakhaneydi-.

kangrenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin