kuşların ıslak cıvıldayışları, ayak parmak uçlarındaki nehir suyu, derenin ferah esintisi, aile pikniği, takip edilmesi imkânsız ebeveyn konuşmaları, kız kardeşinin dalgalı saçları ve henüz parmak boğumlarına hiç kan bulaşmamış kadar masum elleri; würzburg, katz ailesinin hayatta kaldığı düşünülen tek evladı için refahın başkentiydi ve elijah katz, evine gidecekti.
parmak uçları silahın karanlık namlusunda dolaşıyordu. dudağında karargâha ilk geldiği günden beri koruduğu çiziği diliyle yokladı ve dişiyle dudağını sıkıştırdı. korku, iliklerine kadar bedenini ele geçirmişti ve bunun sebebini sorgulayamayacak kadar ürküyordu kendi kararından. gidecekti ve hayatında hiç yahudi olmamış gibi bir defa daha buraya geri dönecekti. tek eksik, artık onu würzburg'da uğurlayacak kimse kalmamıştı.
silah, yerine oturmanın kısık gürültüsüyle odayı doldururken elijah, geriye bir adım attı ve düşünmeyi bir kez daha erteledi. düşündükçe gitmekten vazgeçiyor, vazgeçtikçe tekrar karar veriyordu. bu sonsuz döngüden kurtulmanın tek yolu zihnini susturmaktı ve elijah, bunu yapmakta zorlanıyordu. artık yapmak istediği tek şey bir an önce koğuşa dönüp yatmaktı.
yatakhaneye varana kadar aklından belki yüz kere aynı şeyleri geçirmişti ancak yararı yoktu. kemerini sakince çözüp yatağa bıraktı, gömleğinin düğmelerini çözdü, botlarını bağcıklarıyla uğraşma gereği duymadan zorlukla ayaklarından çıkardı ve oturdu. odada tuhaf bir karanlık vardı. pantolonunu aşağı indirme zahmetine girmeden yatağa uzandığında yorgunluktan zihni düşünmeyi bırakmıştı. parmak uçları titreyerek saçlarının arasına karıştığında sıyrılmış, açık gömleğinden beli gözüküyor ve pencereden gelen soğuğu bedenine itiyordu.
yastığını yüzüne kapattığında vücudunda stresin getirdiği karın ağrıtıcı bir üşüme vardı. elijah, dünya üzerinde tespit edilmiş kaç duygu olduğunu bilmese o an sayabildiği kadarını tecrübe ettiğini söyleyebilirdi. parmakları sıkıca gömleğini tuttu ve bu his bütünlüğünü yok etmeye çalıştı. her şey aklının ermeyeceği kadar zordu ve çevresindeki diğer bedenlere oranla daha zeki olan elijah bile bunların içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu.
ne kadar o şekilde durdu bilmiyordu ve hatta yanına gelen bir bedenin varlığını bile hissetmemişti. "elijah," ismini duyduğunda sanki ona herkes bu şekilde sesleniyormuş gibi bunu sakince karşılamıştı. "...uyuyor musun?"
yastığı sakince üzerinden çekerken gözleri, yatağın hemen yanına kuş gibi tünemiş ron'a döndü. bu görüntü ona tanıdık gelmişti. içindeki tuhaf his, dudaklarını açıp konuşabilmesini engellediği için yutkunarak boğazını temizledi. "ron?" dedi onu can sıkıcı ışıktan seçebildiği kadarıyla.
"elijah?" diye seslendi ona, tıpkı elijah'ın ona seslendiği gibi. bu, elijah'a korkunç derecede huzurlu hissettiriyordu.
yataktan destek alarak oturmak denemeyecek kadar az seviyede doğruldu. "hayır," dedi yeni idrak edebildiği cümleyle. "...uyumuyordum." birkaç saniye öylece ona baktıktan sonra güldü ron. elijah, avuç içeriyle yastığı sıkarken bu görüntüyü aklından nasıl sileceğini bilmiyordu.
"ben," dedi suç işlemiş bir çocuk gibi aşağı bakarken. "...bir şey yaptım." elijah, anlamadığı için başını hafifçe iki yana sallarken onu izliyordu. ron ise kazak bileğinin arkasına sakladığı anahtarı elijah'ın yatağına bıraktı.
eli anahtara giden elijah masumca "ne bu?" diye sordu.
gülmemek için diliyle dudağını ıslatan ron, ona bakmıyordu. "deponun anahtarı."
"ne?" istemsizce güldü. "neden?"
"akşam canım bir şeyler yemek istedi," diye yanıtladı onu. "...ben de çaldım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kangren
Historical Fictionmekanik veya termal hasarın neden olduğu karakterize kayıp