yirmi bir

1.3K 134 131
                                    









kırık burnundan arta kalan ince kemer, karnının altında kalın belini saran yeşil pantolon, tavandan damlayan su, ölgün oksijen yığını, parmak uçlarındaki o sert basış, hava, havasız; ciğerlerine yudum yudum ilerleyen nefesi dokunduğu yeri yakıyor, birkaç santimetre uzağında kalan ince kemer, avuç içlerine batan, albayın yeşil pantolonu, baş ağrısı, beyin kıvrımlarına kadar hissettiği ve sesini dahi duyabildiği somut sancı, ortalama üstü ateş göz pınarlarını yakıyor, kulaklarındaki tiz çınlama, gözleri kapanıyor, yansıma hep aynı çirkin, hep aynı düşman.

"yaklaş." duyup duymadığından emin olamadığı kalın ses zihnindeki çınlamayı aşıp idrakine erişti. albayın yeşil gözleri (gerçekte ne renkti? hayali ile karşı karşıya kaldığı bu görüntüye olan amansız korkusu parmak uçlarının uyuşmasına neden oldu) doğrudan ona bakıyordu. gözlerini kaçırmak istedi, başaramadı, birbirine karışan renkler geriye kalan her noktayı doldurup gözlerini kamaştırıyordu.

saç tellerinin arasında albayın sert parmak uçlarını hissederken acıyla dudakları aralandı. odağını kaybetmiş göz bebekleri görmek istemediği bir çehreye dönük, öylece onu izliyordu. kahve irislerini çevreleyen büyük halkalar her zamankinden daha iri, kıpkırmızı kesilmiş bedeni ayak parmak uçlarından çenesine kadar yükselen sıcaklıkla yanıyordu. "gözlerime bak, elijah," kalbi doğar doğmaz ölümle karşılaşmış küçük bir çocuk gibi korkuyla göğüs kafesini yumrukluyordu. "...beni hatırla." dudağındaki tehlikeli kıvrımı tüm ayrıntılarına kadar ezberledi; bu tıpkı meydana çıkarılan bir suçlunun boynuna inmeden önce tahtanın üzerinde öylece kendisini bekleyen giyotini izleyişi gibiydi. albayın gülümsemesinde idam vardı.

derisinin üzerinden saçlarının çekildiğini hissediyor, albayın üzerindeki yeşil gömleğin tek tek düğmelerinin indiğini görüyordu. kendi iradesi altında olmadan izlediği bu çirkin yansıma nefesindeki titrekliği artırıyor, albayın bacağını sıkan elinin gevşemesine sebep oluyordu. kaçma ve tüm bunların yalnızca bir görüntü olduğuna inanma isteği her geçen saniye arttı; elijah, kelimenin tam anlamıyla delirmek istiyordu.

albayın göğsünü boylu boyunca talan eden dikiş izini gördüğünde dizleri yerde geri geri gitti ancak ne kadar ilerlerse ilerlesin ondan uzaklaşamıyordu. emindi, metrelerce gerilemişti ancak albay hâlâ aynı yerde, burnunun tam ucundaydı. burun direği sızladı, uzaklaştıkça ona yaklaşıyordu, bataklık gibi saptığı bu korkunç kabus gözlerinin kızarmasına neden oldu. hâlâ saçlarında onun elleri, başını kendisine doğru yaklaştırıyordu.

pantolonunun düğmesi çözüldü. sert kumaşın altından damla damla gözükmeye başlayan teni elijah'ın midesinde bulantıya sebep oldu. ölmek istiyordu, elijah, gerçekten de ölmek istiyordu. yaşayıp yaşamamanın ilk defa onun için bir önemi oldu zira elijah buraya geldiği günden beri ilk kez ölmek istiyordu. başı düşmek üzereydi, kafatasını bile kaldıramayacak kadar bitkindi ancak hâlâ diriydi. hayatında ilk defa, kendisine kızdı, bugüne kadar yaşamına son vermediği için.

albay sandalyeye oturdu ve elini onun saçlarından aşağı indirdi. çenesini saran büyük parmakları  dokunduğu her noktayı kızgın çelikle yakma isteği doğuruyordu elijah'ta. kabza tutmaktan nasır tutmuş parmakları boynunu gıdıklıyor, nefes alışverişini ve korkusunu artırıyordu. baş parmağı yanağını okşadı, kulağındaki çığlıklar artık ona evinin adresini bağırıyor, her saniye artan travmasına onu cezalandırma amacıyla doğmuş bir zebani gibi aynı kelimeleri fısıldıyordu.

eli boynuna doğru indi ve boğazını sardı gevşekçe. saç diplerine doğru uzanan işaret parmağı başında  baskın daireler çiziyor, bedeni bu küçük dokunuşları daha fazla kaldıramıyordu. başı daha önce hiç olmadığı kadar dönmeye başladı. albayın elinin boynundan aşağı gittiğini hissettiğinde vücudu aniden irkildi ve dudaklarından yalnız kendisinin duyabildiği ince bir hıçkırık ayrıldı. elijah, dayanamıyordu.

kangrenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin