yirmi iki

891 106 81
                                    



merhaba ve elvedaların sözlükteki yerini henüz öğrenememiş elijah için bu iki, uç kelime zoraki olarak dile eklenmiş, henüz tedavüle konulmamış birer cümleydi. hayatında bulunduğu her konuma tam 'orta' yerinden geldiği içindir belki, ne eflatun'u ne sokrates'i; elijah en çok aristo'yu okudu.

iki yanında serbestçe duran elleri kapıyı çalmak için konuşmaların bitmesini bekliyordu. birkaç saniye sonra sesler durulduğunda eli usulca yukarı çıktı, hiç istemediği bir sohbetin tam orta yerine dalıp içeride ne yapacağını bile bilmediği bu odaya girecek ve albaya onu niçin çağırdığını soracaktı -bir sebebi olmasına gerek yoktu; bu yalnızca, formalite gereği üstüne sorması gereken bir sorudan ibaretti-.

eli kapıyı çalmak için yukarı kaldığında onun yerine karşı taraf kolu iteleyerek kapıyı açmıştı. elijah, içeriden çıkan subayla göz göze geldiğinde tuhaf hissetti. subay ona bir şey demeden yanından geçip gittiğinde elijah avuç içlerini sıkmıştı, artık albayın odasından çıkan herkese farklı gözle bakıyordu ve bu ön yargısına engel olamıyordu.

siyah, kirli çizmeleri albayın odasına ilk adımını attığında içindeki tuhaf ürküntü artmıştı. sayım zamanları hariç, o rüyayı gördüğünden beri ilk kez albayla karşı karşıya gelecekti ve bunu erteleyebilmesinin imkânı yoktu. doğrusu elijah, korkuyordu fakat elinden gelen hiçbir şey yoktu. "albay," dedi tereddütünü gizlediği zarif bir ses tonuyla. "...beni çağırmışsınız."

albay kaşlarını çatarak izlediği kâğıtlardan başını kaldırmadan birkaç saniye öylece koltuğuna oturmaya devam etti. elijah'ın, saate bakma gereği duyacağı kadar uzun bir süre içinde tepki vermeyen albay, yarattığı bu hareketsiz sessizliği "schäfer," diyerek sonlandırdı. "...hoş geldin." gözleri hâlâ ona bakmıyor, elijah'ın, fransa planıyla ilgili olduğunu düşündüğü belgeleri incelemeye devam ediyordu. "otur."

yavaş adımlarla albay'ın odasındaki, kapının önünde kalan sandalyeye oturduğunda albayın bakışları ona çevrilmişti. boş gözlerle onu yalnızca birkaç saniye izledikten sonra anlamaz bir tavırla "oraya mı oturmayı düşünüyorsun?" diye sordu. ani bir soru almak ne yanıt vereceği konusunda elijah'ı germişti. kararsız bir biçimde ayağa kalktığında albayın gülerek "gel, şu köşeye geç." dediğini duydu. "evraklarla uğraşacaksın."

albayın eliyle gösterdiği sandalyeye oturduğunda dişlerini sıkıyordu. daha önce defalarca albayın odasında evraklarla ilgilendiğini hatırlıyordu ancak o an her zamankinden daha gergindi. tüm bu düşündüklerinin üzerine albayın kahkahasını duyması nabzını hızlandırmıştı. "neden bu kadar çekingensin?" diye sorduğunda elindekileri masaya bırakmıştı. "gevşe biraz," gözleri kapıya döndüğünde elindeki kalemi sakince çeviriyordu. "...kilidi çevirmiş miydin?"

tırnaklarını terli avuç içlerine olağan gücüyle bastırdığında aklından defalarca evet demek geçti. bir bahane bulup kendini tuvalete kilitlemek ya da sırf revire kaldırılmak için kendini nefessiz bırakıp bayılmak aklındaki çözüm önerilerinden yalnızca birkaçıydı fakat elijah, korkusuna yenildi. başını iki yana sallarken bunu yaptığı için kendisinden yalnızca bir saniye nefret etti. "çalışırken," dedi albay ayağa kalkarak. "...rahatsız edilmeyi sevmeyiz." elijah, yalan söylemekten korkmuştu.

adımları onu kapıya götürürken "bugün çok gergin görünüyorsun," diye ekledi. "...kendini toparlaman için ne yapabiliriz?" anahtarı kilidin üzerinde çevirdi. "bunlar önemli belgeler, bu kadar gerginken onlarla ilgilenmene izin veremem." kaşlarını çattı. "aklıma bir fikir geldi," elijah'ın yanına gitti. sandalyesinin arkasına geçip onu geri çekerken "...hadi," dedi. "...bugün rolleri değişelim, benim masama geç."

kangrenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin