sevgili hannah, sana duyduğum büyük aşkımın küçük bir kırıntısını bu mektubun arka sayfasına gizledim. zira cümlelerimi ordudan bir arkadaşım kayda geçirirken ben, yalnızca sana bunu verebilmek yetiniyor ve her şey bittiğinde sana edeceğim evlenme teklifinin hayaliyle uykuya dalabiliyorum. duyulabilecek en güzel senfoni olarak sessizlik, tıpkı evi gibi, binlerce kilometre uzakta şimdi. annesi, kız kardeşi ve tüfeği şakağına dayamış, aynı bahçede yıllardır kendisini izleyen babası gibi, hep orada ve uzundur yanına uğramıyor. artık kızgınlık, kırgınlık ve benzeri insani, dokunaklı duygular yok hayatında. yalnızca bazen, biyolojik olarak gereksinimlerini karşılayabilmek için ağlıyor ve yüzünü mendille dahi silmeye gerek duymuyor. düşünceler ve hisler çoktandır würzburg'da, bir çöp tenekesinin altında bulup dolabına astığı louis armstrong posterinin arkasında uyuyor ve yüksek ihtimalle elijah, bu kurbağayı prens yapamayacak kadar yorgun artık.
zihni bomboş, yalnızca vaktin geçmesini bekliyordu. dakikalar birbiri ardına ilerlerken kazanılmış bir savunmanın ilk şampanyası, tıpkı karl'ın ölümündeki gibi alt katta patlarken elijah, bu sefer onu teselli edebilecek kimseyi bulamadı yakınında. en başından beri, göz yaşlarını ceketinin koluna silerken yanında macellan'ın bakışlarını hissederken artık bunun olmayacağı düşüncesini kaldırabilecek gücü yoktu. artık kelimeler ve harfler ona acı veriyor, yalnızca kendisinin okuyabildiği bir dil gibi aklına gelen her kitabı zihninin bir köşesine kaldırıyordu. ben, sana yönelik hissettiğim tüm imkânsızlıkların arasında, nihayet bir gün ismini kendi ellerimle yazabileceğimin beklentisiyle burada okula gidiyor ve kalbimin ağrısının nasıl geçeceğini öğrenmek için annemden tıp dersi alıyorum. ismini yazamayı öğrenememiş birini kaybetmek; elijah bundan emindi ki bu gerçeği hannah dahi sindiremeyebilirdi. yalnızca birkaç metre ilerisinde, sessizce diğer yaralılarla ilgilenen kadın, oğlunu kaybetmenin acısını dahi yaşayamıyorken elijah, yalnızca kendi sessizliğinde boğulmakla yetiniyordu.
elijah, savaşamıyordu. fiziksel olarak değil, mental olarak dayanamıyordu artık. bedeni ne kadar güçlenirse güçlensin hiçbir kazanılan cephede elijah, o şampanyadan tek bir yudum dahi alamıyordu. defalarca kusuyor, defalarca nefesi kesiliyor ve defalarca uykusuz kalıyordu. elijah, artık bu dünyayı kaldıramıyordu. bunun en büyük belirtisi ise elijah, macellan'ın naaşını kaldırırken dahi ağlamamıştı. yalnızca dostunu aşağı taşımış ve uykusundan uyandırmamak için adımlarını dahi yavaş atmıştı. tıpkı bir bebek gibi onu yatağına götürdü ve yatırdı. daha sonra ise baş ağrısını dindirmek için sağ kalan yatakhaneye gitti ve macellan'ın dolabından, kendisine bir ağrı kesici aldı. belki macellan olsa, çoktan o ağrı kesiciyi içmiş olabilir ve ağrısı dinmeye başlayabilirdi ancak taşınması gereken bir naaşı olduğu için elijah, önce bu işi bitirdi. bir gün buradan iki bacağım yerinde ve topallamadan dışarı ilk adımımı attığımda, ismini bağırarak almanya'ya seslenecek ve kaybettiğimiz onca canın arasında yeniden hayata bağladığım her bir bedene senin adını kazıyacağım fakat bu şu an için yalnızca bir şaka hannah, ismini yazmayı henüz bilmiyorum.
bazen geceleri, savaş bittiğinde macellan'la beraber, bir kahve dükkânında geçen günleri konuştukları sohbetler hayal ediyordu. belki o zamana kadar macellan sigaraya başlar, fötr şapka takar ya da belki bir hawaii gömleğiyle eski günleri birer tecrübe olarak gülerek anlatırdı. bu hayallerde macellan elijah'ın yahudi olduğunu biliyordu. sahi, bilseydi ne derdi? bunu hiçbir zaman öğrenemeyecek olmak elijah için korkunç bir şeydi çünkü aklını uzun zamandır bu düşünceler dolduruyordu. şimdi, cevap alamadığı bu soru her yanıtsız kaldığında tekrar köşeye atılacak ve tekrar aynı köşeden, ısrarla geri çıkacaktı.
macellan'ı kaybederken aslında yalnızca macellan'ı kaybetmemişti elijah. yatakhaneye girdiğinde saatlerdir onu bekleyen bir arkadaşını, yere düşüp dizini kanattığında onu bandajla saran bir doktoru, geceleri uyku tutmayıp mutfağa gittiğinde bardağını dolduran bir kahveciyi, sabahları onu talime uyandıran bir alarmı, blokların arkasında kendi kendine silahını temizlerken yanına gittiğinde onu dinleyen bir psikologu ve hâlâ saf sevginin var olabildiğini ona gösterebilen küçük bir umut ışığını da götürmüştü macellan yanında. yavaşça hafızasından silinip ileride bir gün konusu açıldığında 'evet, öyle bir şey vardı' diyebileceği hannah ismi de onunla beraber yavaş yavaş kayıplara karışacak ve elijah hannah hakkında elle tutulur hiçbir şey öğrenemeden hayatına devam edecekti. tıpkı, elinde tuttuğu ve ağrı kesicinin yanında bulduğu, ilk zamanlar gelip macellan için yazdığı mektup gibi bu da tarihe karışacaktı.
![](https://img.wattpad.com/cover/266059454-288-k142248.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kangren
Historical Fictionmekanik veya termal hasarın neden olduğu karakterize kayıp