otuz

746 91 124
                                    

elijah'ın, bedeninden ruhuna dek kızgın kalmadığı tek bir noktası yoktu. el bileklerinden ayak parmak uçlarına dek her bir zerresinde aynı tonda bir nota, hep aynı öfkeli merasimi çalıyor ve ismi konulmamış bir evrende elijah, kendiyle yüzleşiyordu. insan önce kendini sever, önce kendinden nefret eder; elijah tam ortada kalmışlığın kırgın gerçekliğiyle tekrar karşı karşıya kalmış ve yine kendisine, hiç olmaması gereken bir süreçte kinlenmişti.

kırgınlığı yalnızca kendine yönelikti. onun için würzburg neyse ron da oydu; o ron'a kırılamazdı çünkü ona ihtiyacı vardı. ne olursa olsun döneceği yer orasıydı ve yaptıklarının tüm suçunu yine kendi üzerine atmıştı. zaten ron'a kırılabileceği mantıklı hiçbir şey yoktu; ron, böyle bir kırgınlığı hak etmiyordu bile. sinirlenebileceği tek kişi yine kendisiydi elijah'ın.

on yaşında, evden gizlice ayrılıp hauptfriedhof'a ürkek adımlarla yürüdüğü ilk gün karşılaştığı yaşlı adam; nefes egzersizi ve sakinleşme isteği. nefes al, tut ve geri ver. hayatının ilk psikolojik tavsiyesi ile yirmi yaşına henüz yalnızca on gün kalmış olan elijah, elinden hiçbir şey gelmeden nefes alıyor, aldığı nefesi tutuyor ve onu geri veriyordu.

sabah beşe çeyrek kala, iç bölgeye taşınacak panzerlerden birinin üzerinde, daha önce hiç ayak basmadığı bir ülkede, hiç ayak basmadığı kasabalara gitmeye hazır; elijah katz, odasından ayrıldığı o geceden beri willhelm wagner'i görmüyor ve aklını yitirmek üzere. nefes al, tut ve geri ver. kurumuş dudaklarının üzerinde hâlâ alışılmadık bir tat ve elijah'ın ron'a ihtiyacı var.

yolculuğun ne kadar süreceğini bilmiyordu. panzerlerin nereye kadar taşınacağı hakkında ise en ufak bir bilgisi yoktu. doğrusu daha önce, lódź'a ayak bastığı ilk gün hariç bir panzerin üzerinde bulunmamıştı. henüz mauser'in hedef aldığı noktayı yeni keşfedebilen elijah için panzerlere alışmak oldukça zor olacaktı ve en kötüsü, diğer her şeyde olduğu gibi buna da alışacaktı. gece kırık pencereden içeri giren yağmurla uyanmaya, doğru hedefi tutturabilmek için odaklanmanın ne kadar sürdüğüne, eldeki nasıra, hastalığa, korkuya ve en önemlisi, ölüm gerçekliğine alıştığı gibi elijah, basitçe bir panzere de alışacaktı.

yolculuk başlamadan bir saat önce ani bir yoklamayla -fransa bölgesine girildiğinden beri ani yoklamalar artmıştı- kendiyle beraber yüz on bir asker geçici karargahın meydanına çağırıldı. elijah boş bir zihinle meydana yürüyor, sırtındaki silahı düzeltmekle bile uğraşamıyordu. hiçbir şey yapmak, hiçbir şeyle uğraşmak istemiyordu. sadece yürüdü, meydana ilerledi, yerine geçti, dudaklarından "...doksan iki!" sesi çıkana dek tek bir kelime etmedi. yoklama bittikten on beş dakika sonra panzerlere yöneldi ve başka hiçbir eylemde bulunmadı. 

hayal görüp görmediğinden emin olmayarak bineceği üç numaralı panzere baktı. eğer algıları onu yanıltmıyorsa panzerin hemen yanında yakından tanıdığı bir beden vardı. hafif sarı saçlı, açık renk gözleri elindeki siyah wather'in temizlenmekte olan kabzasında, ince elleri silahı gevşek bir biçimde tutuyor ve bedeninin hiçbir noktasında, kusursuz olmayan tek bir yer yok. 

gözleri onu bulduğunda ron sakince silahı kılıfına koydu ve belindeki boşluğa sıkıştırdı. yüzünde negatif ya da pozitif, herhangi bir ifade yoktu. sadece onu izliyor ve yanına yaklaşmasını bekliyordu. elijah yürüdü, yürüdü ve ron'un yanına geldi. herhangi bir cümle kurmadı. zaten onun burada durmasının sebebini biliyordu. bu kadar dolu bir günde durduk yere uzun süre yol gelmek -depoya bağlı olan karargah ve yatakhaneler arasındaki fark az değildi- ron için şaşırtıcı bir şeydi. zaten o tatlı sesiyle "konuşacak vaktin var mı?" diye sorduğunda elijah artık emin olmuştu.

ona bakmaya çekiniyordu. yine de kendisini zorlayarak gözlerini onun gözlerine çevirdi. "evet." dedi sakince. aslında yoktu, gitmesi gerekiyordu, panzerin hareket etmesine sadece yirmi dakika kalmıştı ama elijah, sonunda öleceğini bile bilse ron'u reddedemezdi, bu basit bir şey için oluyor olsa bile.

kangrenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin