kuş cıvıltıları, çim biçme arabası, çocuk bağırışları ve bir sokağa dair her şey tarihe gömülmüştü artık. farkında bile olmadan özlediği her bir ses zihninin bir köşesinde, bilinç altında, yeniden duyulup duyulmayacağından habersiz öylece bekliyordu. artık kurşun, bomba ve yangından gelen çıtırtı sesleri arasında ne bir kuş ne de bir çocuk şarkı söylüyordu. kuşlar cıvıldamıyor, çimler uzuyor ve çocuklar ölüyordu.
macellan'ın cesedinin göremeyeceği bir yere taşınmasından yana yaklaşık bir hafta geçmişti ve elijah bir haftadır o denli az cümle kurmuştu ki bu bile onun eksikliğinde yaşadığı en büyük etkilerden biriydi. artık uzun uzun konuşacağı biri kalmamıştı hayatında ron dışında ve ron, geçen bu süreçte en az görüştüğü kişilerden biriydi. her ne kadar yanında olmaya çalışsa da korkunç bir süreçtelerdi ve belki elijah o gece ilk defa üç saatten fazla uyuyabilecekti. doğrusu, tekerli basit taşıtlarda gözünü kapattığı birer saatlik boşluklar dışında da uyuyabildiği söylenemezdi fakat onun yatağında, o olmasa dahi kokusunu duyumsadığı zamanlar bir nebze de olsun gözlerini dinlendirebiliyordu.
günlerdir içinde bulunduğu sessizliği kırdığı nadir zamanlar da yalnızca ron'un onun yanına uzanabildiği ve ona bir şeyler anlatabildiği saatlerdi. bazen okuduğu kitapları, bazen küçükken izlediği sokak sanatçılarını, bazen kısıkça duyduğu bir müziği, çok çok az olarak da onunla küçükken paylaştığı anıların ufak kesitlerini paylaşıyordu elijah'la ve baştan sona anlattığı her şey onu o denli sakinleştiriyordu ki elijah, gözlerini kapattığında baş ağrısının dindiğini bile hissedebiliyordu.
böyle zamanlarda, özellikle hiç gelmeyeceğini düşündüğü bir gece kapı yavaşça aralanıp sarışın beden içeri girdiğinde elijah ona duyduğu hislerin aşktan çok fazlası olduğunu düşünüyordu. ron onun için bir sevgiliden daha fazlasıydı zira elijah'ın bir sevgiliden beklentisi heyecan, arzu ve buna benzer, basit insani duygulardı. ron ise onun için böyle kolay tarif edilebilen birisi değildi. bir aile kavgası sonrası odaya çekilip açılan sessiz bir favori müzik gibi, yanmış deriye basılan tek küplük bir buz gibi ve günlerce aranıp bulunamayan, evin bir köşesinden çıkan tek dallık bir sigara gibi; ron'a ihtiyacı vardı. aldığı nefesi tek başına veremeyen bir bebeğin dudaklarının arasına sıkıştırılmış şeffaf bir oksijen tüpü gibi her saat, her dakika ve her saniye ona ihtiyacı vardı; gözünü her açtığında kapatabilmek için, nefesini her aldığında verebilmek için ve dudakları her aralandığında konuşabilmek için.
kapı aralığından içeri süzülen beden ardından boşluğu eliyle kapattığında elijah'ın gözleri onu izliyordu. yaptığı her şey, bu basit bir içeri giriş dahi olsa, elijah için tanrısal bir önem taşıyordu. bazen yehova bile ron'dan aşağıda kalıyor ve dudakları onunla birleştiğinde, yehova'nın dahi bir peygambere bu denli özendiğini düşünmüyordu. nefesleri birbirine karışırken elijah, ron'u dokunduğu her bir noktada kendisi olmak ve dokunduğu her bir noktayı ron ile doldurmak istiyordu. özellikle bir ölümün ardından duygularını sabit tutamadığı zamanlarda belinde hissettiği eller bazen her şeyi açıkça görebilmesini sağlıyor, bazen ise gözlerini kapatıp her şeyi yeniden başlatmasına yardımcı oluyordu.
"elijah," odanın içinde sessizce yankılanan ismi kulaklarını nazikçe doldurdu. "...uyuyor musun?" elijah ona sözlü bir yanıt vermeden kısıkça mırıldandığında ron, konuşmaya devam etti. "uyumak istiyor musun?"
bir süre gözleri karşısındaki sandalyeyi izledi. "bilmiyorum." derken sesi kısıktı.
"ağrın var mı?" dedi birkaç gün önce sağ çıkması bile bir başarı olan iki cephenin hatırlatmasını yaparak. elijah ise ona yanıt vermedi. würzburg'dan ayrıldığı ilk günden beri ağrısız bir günü geçmiyordu. "sana ilaç getirdim," birkaç gün önceki elijah olsaydı bu cümleye saatlerce ağlayabilirdi fakat elijah yalnızca buruk bir şekilde gülümsedi. "...fakat öncesinde bir şeyler yemen gerekiyor."
