Pazartesi perşembe deyip elimde bölüm olunca paylaşmadan duramıyorum🤭😁
Bakalım Birce ile Yiğit'in gergin ilk karşılaşmasından sonra ikinci karşılaşma nasıl olmuş?
Keyifli okumalar💙
BİRCE
Bade ile çalışmaya başlayalı bir hafta dolarken bu durumdan fazlasıyla memnundum. Kendisi hızlı çalıştığı kadar fazlasıyla da becerikliydi. Kafenin işlerini öğrenip yardım etmesinin yanı sıra siparişleri yetiştirmem için özveriyle çalıştığından üzerimdeki yükleri azaltıyordu.
"Birce abla, bu muffinler ne zamana teslim edilecek?" diye sorduğunda minnetle yüzüne baktığımı fark etmemişti.
"Onların bir teslim tarihi yok," dedim ona gülümseyerek. "Çünkü bunlar sipariş değil, benim minik dostlarıma hediyem olacak." Bade kafası karışık bir halde yüzüme bakarken "Hadi iki kahve koyalım ve biraz dinlenelim. Kahvelerimizi içerken bende sana ayrıntıları anlatırım."
Tatlıları, kekleri ve pastaları yapmak kadar insanların yaptıklarımı yemesini ve sonra beğenirlerse yüzlerinde oluşan memnuniyet ifadesini izlemeyi çok seviyordum. Hele ki bu memnuniyeti çocuklarda görmek mutluluğumu kesinlikle ikiye katlıyordu. Bu yüzden fırsat bulabildikçe bir sürü renkli muffinler ve kurabiyeler yapıp kimi zaman kimsesiz çocukların yurduna kimi zamanda hastanelerin çocuk servislerini ziyaret ediyordum. Bu benim için bir çeşit terapiydi. Dünyanın sıkıcı ve bazen kötü bir yer olduğuna tam anlamıyla inandığım zamanlarda onların minik ve renkli dünyaları hayata yeniden umutla bakmamı sağlıyor ve bana can suyu oluyordu. Bu güzel ve umutlu çocuklarımın arasından özel bir bağ kurduğum birisi de vardı.
Sezen, on üç yaşında, tatlı mı tatlı bir kız çocuğu.
Sezen'le Paris'ten döndüğüm sene kekler ve kurabiyeler yapıp götürdüğüm yetiştirme yurdunda tanışmıştık. Tanıştığımızda henüz on yaşındaydı. Yurdun bahçesinde gördüğü bir sokak kedisi ile konuşurken dikkatimi çekmişti. "Üzülme kedicik," demişti hüzünlü gözlerle. "Bende senin gibi tek başımayım ama istersen ikimiz arkadaş olabiliriz." Küçücük yaşında kendini dünyada bir başına bulan bu duyarlı çocuğun arkadaşı olmak istemiştim.
Öyle de olmuştu. Sezen'in Biricik arkadaşı oluvermiştim. Düzenli aralıklarla sık sık ziyaretine gidiyordum. Geçen yıla kadar. Maalesef ki hayat bazen çok acımasız olabiliyordu. Geçen sene bu zamanlarda Sezen'in lösemi olduğunu öğrenmiştim. Onu bu süreçte tek başına bırakmak istemediğimden elimden gelen ne varsa yapmaya çalışıyordum. Neyse ki Asya'nın kurucularından olduğu Sarp Akkaya Vakfı imdadımıza yetişmiş ve bu hastalıkla ilgili bilmemiz ve yapmamız gereken maddi ve manevi ne varsa destek olmaya başlamıştı. Son üç aydır Sezen'in durumu iyiye gidiyordu ve bu da ona söz verdiğim limonlu keklerden daha çok yapmam anlamına geliyordu.
"İstersen seni Sezen'le tanıştırabilirim," dedi Bade'ye tanışma hikayemizi özetlerken. "Yeni insanlarla arkadaş olmayı çok seviyor."
"Çok isterim."
Bade ile kahvelerimizi yudumlarken birkaç gün önce gülleri getiren kurye yeniden kapıdan içeriye girdi. "Bu çiçekler size." Bu kez elinde kocaman bir demet lilyumla gelmişti. Mert ona geri dönüş yapmayışımdan kendisiyle görüşmeyi istemediğimi anlamamış olamazdı. Peki bu saçma ısrarı nedendi? Çiçeğin içerisindeki notu alıp kuryeye "Beş dakika bekler misiniz?" diye sordum.
Size cevap vermeyişimden görüşmek istemediğimi anlayacağınızı ummuştum ancak görünen o ki açıkça söylemeden bir gelişme elde edemeyeceğiz. Mert Bey çiçekler için teşekkür ederim ama ben sizinle romantik anlamda görüşmek istemiyorum. Lütfen bana tekrardan herhangi bir çiçek ya da hediye göndermeyin. Beni zor durumda bırakıyorsunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beni Sen İnandır (Tamamlandı)
RomanceMor bir şemsiye hayatınızın gidişatını değiştirebilir mi? Birce, aklı başında olmanın güvenli bir liman olduğuna inanırdı. Hayat dediğiniz dalgalı denizde bir fırtına sizi bulduğunda sakin bir limanda demir atmış olmaktan daha güzel ne olabilirdi k...