Sevgili Bahar Çiçeği'nden gelenler burada mı? Birce'yi daha yakından tanımak için hızla ikinci bölümü paylaşmak istedim. Keyifli okumalar diler ve desteklerinizi beklerim💜
Bölüm şarkısı: Edith Piaf - La foule
BİRCE
Günümüzden 5 Yıl Önce - Paris
Paris deyince herkesin aklında bambaşka tablolar canlanır. Çoğu insana romantik hayaller kurduran bu şehir benim için kariyerimi zirveye taşıma anlamına geliyordu. Bahar ve Ceyda ise bana Fransız bir erkekle romantik bir aşk hikayesi yaşatma peşindeydiler. "Aynı filmlerdeki gibi."
Bahar bunu söylerken gözlerinden küçük kalpler çıkmıştı. "Paris'te Gece Yarısı, Amelie, Cesaretin Var mı Aşka'daki gibi. Bana söz ver Birce, hoşuna gidecek birisi karşına çıkarsa aşık olmaktan korkmayacaksın. Yeterince direnmedin mi zaten aşka?"
Saydığı filmlerin hepsini defalarca birlikte izlemiştik. Aşkı idealize eden bu filmlerin hepsi güzeldi, çok güzeldi ancak bir yanılsamayı anlatıyorlardı.
Aşk, insanların kanmaya hevesli olduğu tuhaf bir illüzyondu.
Dünya üzerinde başka hiçbir derdi olmayan insanların sorunuydu bence aşk acısı çekmek. Yeterince ciddi problemleri olan hiç kimsenin önceliği kalbi olmuyordu.
Bahar, sevgilimle çekineceğim fotoğraflarda kullanabilmem için üzerine adımın baş harflerini kazıdığı sarı bir şemsiye hediye alırken Ceyda moda yeteneklerini kullanarak bavuluma zorla iki üç tane şık olduğuna inandığı kombin sıkıştırmıştı. "Fransız kadınları çok güzel ve bakımlı oluyorlar. Senin onlardan aşağı kalmaman gerekir. Lütfen oralarda ülkeni layığıyla temsil et Birce." diyerek bir motivasyon konuşması bile yapmıştı. Ceyda'nın dediklerini duymamazlıktan gelmeyi tercih edecektim.
Bahar'ın hediyesine gelirsek sarı yerine mor renkli bir şemsiyeyi tercih ederdim aslında ama Bahar mor rengi biraz depresif bulurdu. Benimse en sevdiğim renk istisnasız mordu.
Kıyafet kombinlerim ve yağmurdan ziyade benim çok daha farklı endişelerim vardı. Nihayet istediğim okula burs kazanıp Paris'e uçak bileti aldığımda başıma gelebilecek zorluklara karşı hazırlıklıydım. Dilini ve kültürünü çok fazla bilmediğim bir ülkede tek başıma iki yıl yaşamam gerekecekti. Fransızların çok misafirperver bir millet olmadığını biliyordum. Özellikle de Fransa'ya yolu düşen herkesin onların dillerini bilmeleri gerekliymiş gibi bir tavır takındıklarını da. Yine de iyimser düşünmek istemiştim. İleri derecede İngilizce biliyordum, temel ihtiyaçlarımı karşılayabilecek kadar Fransızca da çalışmıştım. Hatta gelmeden hemen önce aldığım Fransızca- Türkçe sözlüğü devamlı çantamda taşıyordum. Buna rağmen ilk haftalar hiç de kolay geçmemişti.
Paris'e uçağım indikten sonra başlayan sağanak yağmur yüzünden bavullarımla oldukça zor anlar yaşamıştık. En azından sarı şemsiye daha ilk günden işime yaramıştı. Boş bularak kendimi bin bir zorlukla içine attığım taksiciyse tek kelime İngilizce bilmediğinden kalacağım yurdu tarif etmekte güçlük çekmiştim. Neyse ki adres elimde küçük bir kağıtta yazılı olduğundan kendisine onu göstermiş ve başımı sokabileceğim çatıya varmayı başarabilmiştim. Paris'in hoş geldin karşılamaları henüz bitmemişti. Yurdun girişinde beni karşılayan resepsiyon görevlisi kadın Minerva McGonagall'a olan inanılmaz benzerliği dolayısıyla başta sempatik gelse de yeniden yaşamak zorunda kaldığım Fransızca sınavıyla iyice gerilmiştim. Bir türlü iletişim kurmayı başaramayınca yükselen sesler yurda giriş yapan diğer öğrencilerin dikkatini çektiğinde neyse ki evren bana bir kurtarıcı melek yollamıştı. Adının Emily olduğunu öğrendiğim İngiliz bir öğrenci resepsiyon görevlisiyle aramda tercümanlık yaparak bana yardımcı olmuştu. Haberlerse kötüydü, yurda kayıt tarihini yalnızca bir günle kaçırmıştım ve şimdi yabancı bir şehirde tanıdığım hiç kimse yokken kalacak yerim olmadan kalakalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beni Sen İnandır (Tamamlandı)
RomanceMor bir şemsiye hayatınızın gidişatını değiştirebilir mi? Birce, aklı başında olmanın güvenli bir liman olduğuna inanırdı. Hayat dediğiniz dalgalı denizde bir fırtına sizi bulduğunda sakin bir limanda demir atmış olmaktan daha güzel ne olabilirdi k...