İyi okumalar.
'Doğan Güneşin İliştiği Bakışlar'
İçimdeki derin boşlukta esen rüzgarlar, katranlaşmış hislerimi kuvvetli bir fırtınaya davet ediyordu. Öyle bir boşluktu ki bu... Sanki hiçbir kemiğim, hiçbir organım, hiçbir damarım yokmuşçasına. Kalbim yokmuşçasına.
Yorgun düşmüş ruhumun bedenimden ayrılmaya ne denli büyük bir istek duyduğunu hissediyordum. Tenim onun için aşılması imkansızı getiren bir bariyerdi, ve o bundan nefret ediyordu. Biliyordum, bu böyleydi.
Düşmandık birbirimize.
Her zaman olduğu gibi.
Avukat yanılıyordu. Benim içimde böylesi ölümü arzulayan bir ruh barınırken, küçük bir çocuk kendine asla yer edinemezdi. Kalbime neşesi çok gelir, damarlarım masum kanı için birer işkence olurdu. Ve o çocuk bedenimde daima nefretle var olurdu.
Kanlarımız öyle aykırı biçimde çarpışırdı ki damarlarım yangın yerine dönerdi. Hoş, bana hiçbir şey olmazdı. Zaten ruhumun körüklediği kıvılcımlardan ibaret olan benliğim yalnızca biraz daha genişlerdi zihniyetimde. Ama ona olurdu.
Ona çok kötü şeyler olurdu...
Yangınımda yanar, içimdeki alevlerde küçücük canıyla paramparça olurdu.
Çocuk ölür, çocuk biterdi.
Şimdi ona tüm bunları söylesem... Yine kendince mantığına sığdırdığı tepkiler verir miydi bana?
Kurar mıydı yine göz pınarlarımı ıslatacak cümleler? Küçük bir anlığına özel olduğumu sandıracak imalarla?Doğru, bazı çocuklar büyümeden kaybederdi çocukluğunu. Ama ben yalnızca kaybetmekle kalmamıştım.
Ben çocukluğumu yitirmiştim. Onu kendi ellerimle bir daha karşıma çıkmayacak şekilde yok etmiştim. Beni hiç affetmezdi.O an bunun bilinciyle çok daha şiddetli aralamak istedim. Yaptım da. Kollarının arasında öyle çok sarsıldım ki gözyaşlarım boşalırken, sanki her an uzuvlarımdan parçalar kopup dört bir yana dağılabilirdi. Ben dağılabilirdim, ve eminim bunu olabildiğine büyük bir açlıkla isterdim.
"Sen tabiki bırakırsın beni aptal," dedim kendimden geçmiş gibi alnımı yeniden göğsüne yaslarken. Temas ettiğim yerlerin kaskatı olduğunu hissettim, ama bu bilinçsizce oynattığım dudaklarımı engellemedi. "İlk sen bırakırsın beni."
"Ne?" Dedi kısık bir sesle. Bana sormaktan ziyade kendi kendini sorguluyor gibiydi. Yutkundum. Bunu kaçıncı yapışımdı bilmiyordum ama boğazımda katlanılması neredeyse imkansız bir sızı kendine yer edinmişti. "Ne söylediğini bilmiyorsun." Dedi parmakları yeniden saç tellerimin arasına girerken. "Eğer bilseydin, bunun için ağzını dahi aralamazdın."
"Sen-"
"Ben seni asla bırakmayacağım!" Bir anda yükselen sesiyle aynı vakitte göğsü de kalkarken bedenim bu tepki karşısında bir kez daha titredi. "Türkçe konuşuyorum değil mi? Anlamıyor musun beni?!"
"Mahzar..."
"Kes sesini." Dedi adeta burnundan soluyarak, başımın arkasına baskı uygulayan eli yüzümü tamamiyle sert göğsüne yaslamıştı. Burnuma dolan kokusu ise dışardaki esintili atmosfer gibi ciğerlerimi yakmaktan ziyade sıcaklığıyla içimi rahatlatıyordu. "Evini... Hatta aileni özleyebilirsin." Ansızın bastıran rüzgar üzerimizdeki giysileri dalgalandırdı. Buna rağmen saçlarıma dokunan ince hava dalgasının onun verdiği soluklardan oluştuğunu biliyordum. "Ama yalnız hissedemezsin." Diye tamamladı sözünü, emir dolu cümlesi en az bir katilin kana bulanmış bıçağı kadar sertti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lomidas (Ş.Ö.S) +18
RomanceKızıla bürünen gök insanların irislerine yerleştiğinde, kalpleri hiç olmadığı kadar büyük bir ateş parçasıyla tutuşarak atmaya başladığında ve ince bir sızı misali kulaktan kulağa geçen melodi zihinlerine aktığında, içlerindeki kıvılcım onları ait o...