Fikri Karayel - Trenler
'Kimsesizler Mezarlığı'
Buğulu pencere camına çarpan kar taneleriyle karışık yağmur damlaları, gökyüzüne bulanmış acınası hiçliğin arada bir çıkagelen gözyaşları gibiydi.
Sesler. Cam yüzeye çarpan su damlaları...
Fırtına şiddetliydi. Yanına şemsiyesini almış mıydı?
Dudaklarımdan dökülen soluğun buruk sesi yağmur damlalarının melodik tınısına karıştı. Mahzar'ı tanımaya çalışmak, çoğu zaman ucu bucağı belirsiz bir okyanusun orta yerinden kıyıya ulaşmak pahasına kulaç atmaktan farksızmış gibi geliyordu.
Ve ben, kanımca tam manasıyla o okyanusun serin olduğu kadar dalgalı sularına uğursuzca düşmüş, bununla da kalmayıp batabildiğimce derinine batmıştım. Hoş... olay yalnızca, olanaksız olsa dahi bir kıyı aramaktan çok, o masmavi ve koyu suyun içinde batmadan hayatta kalabilmekti.
Ama ben bunu yapamıyordum... Her yüzeye çıkma çabamda beni engelliyor, çok daha derinine batırıyordu. Suyu aşıp atmosfere ulaşmak, nefes almak ve onun iç dünyasıyla karşılaşmamı benim için imkansız kılıyordu.
Mahzar'ı tanımıyordum, tanıyamıyordum. Bana izin vermiyordu.
Sözleri bazen şefkatti, ama bazen buzdan bir hançerdi. Bakışları tertemiz toprak kadar kahveyken, bazen sadece üzerine sis çökmüş bir mezarlığı anımsatıyorlardı. Öyle bir bakıyordu ki, benliğim istemsizce içinde barındırdığı herhangi bir kazılı toprağın altına giriveriyordu.
Ve avukat... Üzerime bazen çok toprak atıyordu. Öyle ki, gömdükçe geride bıraktığım ufak hatıralarım ve sözlerimle onun için silikleşiyor, görüş alanından usul usul çıkıyordum. Beni görmüyordu. Evet, bazen gerçekten beni görmüyordu.
Bir insan bakışlarıyla boğabilir miydi karşısındakini?
O böyleydi.
Yerde duran telefondan yükselen melodi dikkatimi birkaç saniye içerisinde kendi üzerine toplarken, uzandığım koltukta hafifçe doğrularak onu halının üzerinden aldım. Mahzar veya Elçin'in aradığını düşünmüştüm, fakat bakışlarım ekrandaki isim ile buluştuğunda arayanın Cansel olduğunu görmek dudaklarımın şaşkınlıkla aralanmasına sebep oldu.
Tam olarak o günden sonra hiç muhattap olmamıştık. Ayrıca çay bahçesinde yaptığımız konuşmadan sonra aramızın biraz da olsa limoni olduğunu düşünmüştüm.
Yine de parmağımı yeşil ekranda kaydırdırdıktan hemen sonra, "ne haber? Bende gün içinde seni aramayı düşünüyordum." Dedim yüksek ve enerjik çıkması adına uğraştığım sesimle.
"Ooovv! Önce davranmayı severim." Derken onun da benden bir farkı olmadığı hissetmekle dudaklarımda olagelen anlık sırıtışa mani olamadım."Evet, tabii." Eğlenircesine gözlerimi devirdim. "Bu özelliğiniz tarafından gönlümü fethettiğinizi unutmayınız lütfen hoş bayan."
"Ah, sizin gibi centilmen bir beyfendinin gönlünde yer edinmiş olmak benim için bir onur." Diyerek oyunuma uydu. Ardından kısık sesli kıkırdayışı kulaklarımı doldurdu. "Ne yapıyorsun?"
"Oturuyorum. Evdeyim." Dedim görebilirmiş gibi omuz silkerek. "Yani Mahzar'ın evinde... avukatın evindeyim."
"Yurt işi ne oldu?"
Duraksayarak ciğerlerime derin bir soluk çektim. "Sanırım vazgeçtim." Ve bu sözümün sonrasında sanırım o da duraksamıştı. Öyle ki birkaç saniye neredeyse hiç ses gelmedi. "Cansel?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lomidas (Ş.Ö.S) +18
RomanceKızıla bürünen gök insanların irislerine yerleştiğinde, kalpleri hiç olmadığı kadar büyük bir ateş parçasıyla tutuşarak atmaya başladığında ve ince bir sızı misali kulaktan kulağa geçen melodi zihinlerine aktığında, içlerindeki kıvılcım onları ait o...