on iki

2.9K 254 133
                                    

merhaba arkadaşlar öncelikle sizi bu kadar beklettiğim için çok çok özür dilerim fakat yeni bir şehir yeni okul karantina sonrası adapte olma süresi derken buraya pek vakit ayıramadım

diğer bölümlerin güncellenme sıklığı nasıl olur size bir söz veremesem de fckpamukprenses'in tehditleri üzerine daha seri bölüm atmaya geri dönmeye çalışacağım

eğer bol bol yorum yaparsanız muhtemelen bir sonraki bölümün gelişini de hızlandırırsınız çünkü yorum okumak beni garip bir şekilde motive ediyor

sizleri seviyorum ve lütfen bana bu kadar beklettiğim için kızmayın

iyi okumalar

"Üç, iki, bir. Shot!".

Partilere gitmeyi seviyor olduğum dünya tarafından kabul edilmiş bir gerçek olsa dahi bazen kendimi yerin dibine sokmak, kendimi bir tuvalete kapatıp hüngür hüngür ağlamak istediğim partiler de olmuyor değildi.

Genel olarak güçsüz görünmekten nefret ederdim. Yüzüme bir gülümseme yerleştirir, eğer etrafımda tanıdığım bir kalabalık varsa hayatımda hiçbir sorun yokmuş gibi -hoş ciddi bir sorunum gerçekten yoktu ama- davranır, gerçekten eğlendiğimi kanıtlamaya çalışırdım.

Hiçbir sikim beni eğlendirmiyordu.

O an partide dışarıdan gören biri benim hayatımın en güzel günlerinden birini yaşadığımı dahi düşünüyor olabilirdi ama üzerimdeki aptal açık mavi elbiseyle çıktığım yerde sağa sola salınırken sadece oturup ağlamak istiyordum.

Üzerine çıktığım masada ayakta durmakta zorlanırken yanımda duran Rose düşmemem için beni tutuyor gibiydi. Gerçekten, tam anlamıyla dünyam dönüyor gibi hissediyordum ve her an yere çakılıp kalabilecek gibiydim.

"Sikeyim," diye mırıldandım "Ölecek gibiyim.".

Elindeki bardaktan yeşil bir pipet yardımıyla votkasını içmeye devam edem Rose muhtemelen ne söylediğimi duymamış, beni daha iyi anlamak için bana doğru eğilmişti fakat ben sadece ona elimle hiçbir şey olmadığını belirten bir işaret yapmış ve aşağıya inmek için yeltenmiştim.

Etrafımdaki insanların yüzde doksanı önünü göremeyecek kadar sarhoş olduğundan -bunun için Kim Yerim ve zengin babasına teşekkür etmeliydik belki de- o an inerken tökezleyip tökezlemediğimi umursamadım. Sadece derin bir nefes verip ayaklarımın yerle buluştuğuna ve dik durabildiğime şükrederek üzerimdeki elbiseyi düzelttim.

Bu koca evde nereye gittiğimi bilmeden yamuk adımlarımla ilerliyorken kafamda hiçbir düşünce yoktu. Sarhoş olduğum anlarda beynimde ne kadar da kendimi sevdirmeye muhtaç bir insan olduğum yankılanıyor ve adeta kendime acıyordum.

"Nereye gidiyorsun?".

O an hem en çok görmek istediğim hem de hiç görmek istemediğim bedenin sahip olduğunu bildiğim sesin bana yönelttiği sorusu şaşırmamı sağlasa da sarhoşluktan mıdır bilemem, çok umrumda olmadı. Kim Taehyung'un kendini her yerde belli eden kalın sesi ona dönmemi sağlarken sorusunun cevabını bilmediğim gibi neden bana bunu sorduğunu da bilmiyordum.

Karşımdaki beden ona her daim yakışan bol siyah tişörtünü altındaki siyah pantolonun içine sokmuş, elinde tuttuğu bira şişesi, gümüş renk halka küpesi ve yumuşacık görünen saçlarıyla bana bakarken duraksadım. Nereye gittiğimi düşünürken bir cevap bulamıyor, sadece ayakta düzgünce durmaya çalışıyordum.

Beynim zorla da olsa bana gerekli komutu verdiğinde ve Taehyung'a "Sanane?" diye terslenmiş ama yine de arkama dönüp gitmemiştim.

Taehyung bana bıkkın bir şekilde bakarken sadece tek kaşını kaldırmakla yetindi. Bu nedense üzerimde bir baskı hissetmemi sağlıyordu ve ben sadece "Ne?" diye bağırdım ona.

rare || taennie.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin