"Ben gerçekten bu aptal yere neden geldiğimizi anlamıyorum.".
Jisoo'nun doğum gününden sonraki pazar sabahı ailemin ani geri dönüşü ve bizi özleme iddiaları dolayısıyla bulunduğum yer garip bir kasabaydı.
Şehrin yaklaşık bir saat uzaklığında aptal çiçek ve böceklerle dolu bir yere annemlerin iddiasına göre güzel bir kahvaltı için gelmiş olsak da babamın vasat yön kavramı yüzünden saat çoktan kahvaltı saatini geçmişti.
Ön koltukta oturan annem büyük güneş gözlüklerinin arından kocaman sırıtırken "Ah, lütfen ama Jennie," dedi şakacı bir sitemkarlıkla "Ailecek bir şey yapmayalı uzun zaman oldu.".
Arabanın camından toprak yolda gezinen böceklere bakarken yüzümü buruşturmuş, annemin savunmasını hiç de anlamlı bulmadığımı belirtircesine "Ailecek bir şey yapmak istiyorsak bunu evimizin alt sokağında falan da yapabilirdik. Değinmek istediğim nokta o değildi." diye söylenmiştim.
Beni umursamadılar. Sürekli her şeyden şikayet edinip durduğum için mutluluğun sırrının beni çok da umursamamak olduğunu biliyorlardı.
Babam "İşte orada." derken keyifli bir şekilde gülüyordu. Gerçekten iki saattir navigasyonu dinlemediği için bu aptal yollarda dönüp dolaşmanın verdiği bıkkınlık hepimizi tüketiyordu.
Araba motorunun sesini duyduğu an uyuya kalan ablamın kolunu hafifçe dürterken babamın bizi getirdiği yeşil bir bahçeyi andıran yere bakıyordum.
"Uyan hadi geldik." dediğimde Jisoo irkmiş, garip bir ses duymuş köpek gibi kafasını kaldırıp etrafa bakınmıştı.
"Yeni mi uyudum ben?".
Jisoo bilmem kaçıncı rüyasından uyanırken gözlerini ovuşturuyor, iki gündür sabaha kadar sokakta olmanın acısını çıkartırcasına ölüyü andırıyordu. "Tabii, daha bizim sokaktan çıkmamıştık. O zaman uyuyakaldın.".
Ablam hala esneyip dururken hafifçe kıkırdamış, üşüdüğünü söyleyerek arkadaki sweatshirtüne uzanmıştı ve arabadan inmiştik.
Yol boyunca söylenip dursam da itiraf etmeliyim ki güzel bir yerdeydik. Her yerde beyaz çiçekler doluydu ve hoş salıncaklar vardı. Annem burada bazen yoga kampları düzenlendiği hakkında bir şeyler söylerken onları dinlemiyordum.
Kahvaltı merasimimizin çoğu böyle gitmişti. Annem ve babam bize gerçekten hiç ilgimizi çekmmeyen şeyler anlatırken onları dinlemiyor, Jisoo'yla etraftaki insanların dedikodusunu yapıyorduk. Ona onun için beğendiğim kızıl saçlı kızı gösteriyordum ve kim olduğunu tahmin etmeye çalışıyorduk. Nerede okuduğuna, kaç yaşında olduğuna dair çıkarımlar yapıyorduk.
Sonunda yemeklerimiz bittiğinde Jisoo ve ben beyaz ben hamağın birine yatmış, onun Instagram profilinde dolaşıyorduk.
"Çok saçma!".
Jisoo anasayfasında gördüğü postla birlikte neredeyse çığlık attığında önce bir irkilmiş, sonra ise "Jisoo tanrım niye bağırıyorsun?" diye söylenmiştim.
Jisoo şaşkınca telefonu bana döndürürken "Şuna baksana." dedi "Seulhyun ve Hyunbin çıkıyormuş.".
Suratına aptalca bakmaya devam ettim. Seulhyun Jisooların dönemden, Hyunbin ise bizim dönemden bir çocuktu ve neden bu kadar garipsediğini anlayamıyordum. "Ne var ki bunda aralarında sadece bir yaş var.".
"Hyunbin, Jia'nın kardeşi ama.".
Gözlerini büyüterek sanki çok büyük bir sırrı ifşa edip çözülememiş bir davada en önemli şeyi açığa vurmuş gibi davransa da hala anlamadığım için onun suratına bakıp duruyordum. "Aptal, Jia ve Seulhyun çok iyi arkadaş. Sence de bu biraz garip değil mi? Sürekli birlikteler ve şimdi kardeşiyle birlikte. Bu aynı benim Chae'yle sevgili olmam gibi olurdu. Bu seni rahatsız etmez miydi?."