24. Bölüm

202 20 3
                                    

Ağlarken eğilip dudaklarına minik bir öpücük bıraktım. Geri çekildim. Yaş damlalarım yüzüne damlarken birden gözleri aralandı. Birden gözleri açılınca önce derin bir nefes alıp kocaman bir oh çektim sonrasında sinirle bu sefer fazla sert olmayacak şekilde bir tokat attım.
"Kızım sen manyak mısın? Hem kendin öpüyorsun hem de bana tokat atıyorsun."
"Evet ben manyağım!"
Sinirle bağırdıktan sonra devam ettim:
"Peki sen manyak mısın burada öylece duruyorsun?"
"Uyuyan Yakışıklı, Güzel Prensesinin onu uyandırmasını bekliyordu. Malum normal insanlar gibi çağırınca gelmeyeceğinden farklı çağırdım, farklı geldin ve uyandırışın da farklı oldu."
"Peki Güzel Prensesin, Uyuyan Yakışıklısına cadı ne yaptı?"
"Önemli değil. Sadece ufak bir dikkat dağınıklığı."
Doğrulmaya çalıştı ama canı yandığı için pek beceremedi. Yanına oturdum ve doğrulmasına yardım ettim. O da oturur pozisyon alınca kolunu omuzuma attı, beni kendine çekti. Ağlamam hıçkırıklarla birlikte devam ederken utancımdan yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim. Kendime itiraf etmekten korktuğum şey artık bir şüphe değil, gerçek oluyordu yavaşça. Aradaki fark ise öncesi de varmış o, Volkan...
"Böyle olacağını bilseydim daha önceden böyle yapardım."
Elimi dudaklarının üzerine bastırdım.
"Şşt."
Kollarımı ona doladım ve gözlerimi kapadım. Birkaç dakikalığına izin verdim kendime. O kadar ihtiyacım vardı ki ona sarılmaya... O kadar yorulmuştum ki... Hiçbir şey olmamış gibi onca şeyi içimde bırakıp evime girmek, dışarıda dolaşmak zordu. Çok zordu. Birinin bana sarılmasına, yanımda olmasına çok ihtiyacım vardı. Güçlü, umursamaz gibiydim ama bütün duvarlarım o kadar ince ki... Sadece sarılana kadar. Aslında bu kadar kırılgan, bu kadar ince duvarlarım. Ve ben bu kadar hassasım. Bu hassasiyet, umarım kötüye dönüşmez ve beni kötü etkilemez. Boğazımda düğümler oluşmuştu. Derin bir nefes aldım ve hiçbir şey olmamış gibi gözümdeki yaşları silip gülümsedim ve ona döndüm.
"Ateş, beni hiç aldattın mı?"
"Sen, beni aldattın mı? Ayrıca sen nasıl bu soruları hiç olmayacak zamanlarda, hiç olmayacak yerlerden çıkartıyorsun?"
"Boş ver. Neyse kalk hadi hastalanacağız."
"Sonra bana böyle sarılmayacaksan kalkmam. Sen ıslanmıyorsun o zaman sorun yok. Fazla yer kaplamıyorsun zaten."
"Ateş." Dedim uyarı dolu bir tonla. Sonra devam ettim:
"Belki."
"Son zamanlarda ismimi sevmeye başladım. Senin diline çok yakışıyor."
Ben de kendi adımı ondan duyunca mutlu oluyordum ama bunu tabi ki de söylemeyeceğim. Onu sonunda zar zor kaldırdım ve beraber arabaya bindik. Emre'ye mesaj attıktan sonra küçük ilk yardım çantasını alıp onun yanına, arka koltuğa, oturdum.
"Şimdi yaralarını saracağım."
"Sarabilecek misin?"
"Kendi yaralarımı da ben sarmıştım. Becerebilirim. Sanırım."
Canını acıtmamak için üfleyerek yaralarını temizledim. Hafifçe pansumanı yaptım.
"Çok canın acıyor mu?"
"Öpersen geçer."
"Bir tokat daha mı istiyorsun?"
"Bağışıklık kazandım, acıtmaz artık. Ah!"
"Özür dilerim."
Son olarak kaşının kenarına pansuman yaparken canını yakmıştım. Yaklaşıp yaraya üfledim sonra da kaşının kenarına minik bir öpücük kondurdum.
"Geçti mi?"
"Sayılır."
Gülerken mızmız bir şekilde hafifçe omuzuna vurdum.
"Ya pislik yapma işte."
"Gel buraya."
Kolunu omuzuna atıp beni kendine yasladı. Ben de kollarımı beline dolayıp kafamı gövdesine yaslayarak gözlerimi kapadım.
...
Ah hayır! Gözlerimi aralayınca nerede olduğumu fark ettim. Uyuyakalmışız. Ben huzurluydum ama onun bu kadar rahat olduğundan emin değilim. Yavaşça kolunun altından çıkıp çantamdan birkaç bir şey çıkardıktan sonra koltuğa yastık olarak koydum ve uzanmasını sağladım. Daha sonra inip ön koltuğa bindim ve arabayı çalıştırdım. İleride bir giyim mağazasına yaklaşınca arabayı durdurdum, tipimi düzeltip cüzdanımı aldıktan sonra arabadan indim. Bir iki bir şey aldıktan sonra tekrar arabanın yanına gittim. Rahatça kapıyı açtım. Allah Allah. Yanlış mı açtım ben? Hayır. Bir dakika. Lütfen. Hayır ya! Kapıyı açmaya çalıştım ama açılmadı.
"Kilitlenmiş."
Avucumla başıma vurup sinirle bir iki adım attım ve tekrar döndüm. Bu sefer cama vurmaya başladım çünkü Ateş de araba da içeride. Uyandırmak zorundayım onu. Ama uyanmıyor. Panikle cama vurmaya başladıktan yaklaşık bir on dakika sonra birden kapı açıldı. Ateş içeride kahkahalara boğulmuştu.
"Iıh. Susacağım. Konuşmuyorum."
"Çok mu komik? Gülme!"
"Gülmüyorum."
Taklidini aldım ve aynı şekilde, biraz daha fazla da olabilir, seslice güldüm ve sonra "Gülmüyorum" dedim. Sonra bu halime gülmeye başladım. Birden donup öylece bana baktı.
Korktum ve arkama falan baktım ama anormal hiçbir şey yoktu.
"Ne oldu?"
"Yok bir şey." ("Çok güzel gülüyorsun be kızım.")
Arabaya bindim ve ön koltuğa geçtim.
"Ah be, biliyordum! Rüyadayım, değil mi? Öldüm mü?"
Sinsice ona döndüm.
"Evet Ateş Zorlu. Ben de son dileğindim."
Bu sefer ben güldüm.
"Günaydın tatlım rüyada değilsin."
"Tokat at."
Bu sefer şaklaban gibi, neredeyse ağzım kulaklarıma varana kadar, gülümsedim ve gözlerimi kıstım. Kafamı eğdim kaşlarımı havaya kaldırıp gözlerimi kapadım ve açtım.
"Zevkle."
Sert olmayacak bir biçimde tokat attım.
"Acımadı lan! Hayaldin, biliyordum."
"Benden günah gitti. Affet beni Uyuyan Yakışıklı ama seni uyandırma vakti."
Bu sefer pek kıyamasam da sert bir tokat attım.
"İnsan bir kıyamaz be!"
"Çok mu acıdı?"
Bu sefer o benim gibi gülümsedi ve kaşlarını kaldırıp kafasını hafif yana eğip bana baktı.
"Öpersen geçer, belki."
"Diğer tarafa da mı bir tokat istiyorsun?"
Arabayı çalıştırdım.
"Kullanmayı biliyorsun. Değil mi?"
"Değil. Bilmiyorum."
Kaşlarını çatarken gözleri kapandı. Zaten uyku sersemiydi. Evinin yerini pek hatırlamadığım için ve güvenli olmayacağını düşündüğümden arabayı bizim tepemize sürdüm. Orada bir kulübe vardı. Bizi şimdilik idare eder. Arabayı oraya sürdüm. Varınca kenara arabayı park ettim. Acaba yolda karşımıza polis çıksaydı ne olurdu. On sekiz yaşının altındayım, ehliyetim yok, araba kullanıyorum, arabada silah var, yanımdaki de bir suçlu ama yasal olarak herhangi bir işlemi yok. Tabi babam öğrenirse bir de bu durumu... Ama öğrenmedi. Varabildik. Arabadan inip arka koltuğun kapısını açtım. Yavaşça çantamı kafasının altından çektim ve elime aldım. Çantamdan aldıklarımı tekrar çantama koydum ve sırtıma attım. Daha sonra Ateş'e döndüm.
"Oğlum kalk hadi yerine yat."
Yaptığım esprideki aptallığı fark edince hemen dilimi ısırdım. Onun için komik değildi çünkü. Boşluğuma denk gelmişti ama neyse ki o uykusunda ve bunu duymadı. Yanına yaklaştım.
"Ateş, Uyuyan Yakışıklı! Kalk hadi."
Benden destek almasını sağladım ve ayağa kalktı. Kulübenin anahtarını ondan aldım, kapıyı açtım, onun içeri girmesini sağladım. Ben de içeri girerken arabanın kapısını kilitledim ve daha sonra kulübeye girip kapıyı kapattım. O oradaki kanepeye uzanırken ben onu durdurdum ve çantamdan onun için aldığım eşofmanı çıkardım.
"Ateş, ıslak ıslak uyuma. Kalk hadi. Üzerini değiştir."
Ona kıyafetlerini verip içerideki başka bir odaya geçtim ve üzerini giyinmesini bekledim. Ben de bu arada odada kendi üzerimi değiştirdim. Sesler kesilince panikle içeri girdim. Üzerini giyip kanepeye sızmıştı. Ayaklarını da kanepeye uzattım. Ateşi vardı. O ne kadar kabullenmek istemese de ona saldırmışlar ve pek de az yara almamış. Mutfağa geçtim, bir kaba su koydum ve temiz bezlerle geri döndüm. Sehpayı çektim ve suyu ve bezleri sehpanın üzerine bıraktıktan sonra çantamdaki ilk yardım malzemelerini de sehpaya bıraktım. Tişörtünü kaldırdığımda morlukları ve hafif bıçak kesiğini görmemle gözlerim doldu. Yumruk yaptığım elimi ısırıp derin bir nefes aldım. Tamam sakinim. Hayır! Sakin filan değilim. Ağlamaya başlarken sessiz olmaya çalıştım. İlk yardım malzemeleriyle korka korka ve çekinerek yarasına pansuman yaptım ve üzerimi kapattım. Parmaklarımı hafifçe morluklarda gezdirdim. Susmak için elimle ağzımı kapattım ve tişörtünü geri indirdim. Canı yandıkça benim canım kalmıyordu. Paramparça olduğumu hissettim. Ateşinin düşmesi için bezleri suya batırdım ve suyunu sıkıp bezler alnına, boynuna, bileklerine koyup bir süre beklettim. Yanına oturup saçlarını okşadım. Telefonum titreyince arayanın Emre olduğunu gördüm. Hemen göz yaşlarımı sildim, yan odaya geçtim ve boğazımı temizleyip telefonu açtım.
"Alo. Su neredesin sen? Gitmedin değil mi? Ayrıca Ateş, yok."
"Ateşin yanındayım, gittim, şimdi de dediğim gibi o benim yanımda ve güvendeyiz."
Yani sanırım.
"Gitme dedim sana, ne kadar tehlikeli şeylere bulaşıyorsun haberin bile yok."
"Kusura bakma ama benim varlığım bile tehlikede olmam için yeterli."
"Ne diyeyim ben sana? Bir daha böyle bir şey sakın yapma! İyi misiniz siz?"
"Evet şu an iyiyiz. O içeride uyuyor. Yaralanmış ama. Sıkıştırmışlar mı kavga mı edip boşluk anında hamle yapıp sıkıştırmışlar ne olmuş ben de tam bilmiyorum."
"Kahretsin! Neyse siz neredesiniz, bir şeye ihtiyacınız var mı?"
"Yok ama olursa seni ararım."
Telefonu kapatıp yanına ince bir örtüyle döndüm. Üzerini örtüp bezleri değiştirdim. Yere oturup parmaklarımı saçlarında gezdirdim. Gözleri, burnu, dudakları, saçları, bilekleri, kendisi... Ben nereden düştüm bu belaya. Sanırım... seni seviyorum Ateş Zorlu, Volkan. Ama çok güzel uyuyorsun sen. Sana bunu yapanlar, eğer elime geçerse...
E ben ne bok yiyeceğim şimdi? Saatlerce onu izleme fırsatı... Hım, kulağa çok hoş geliyor ama önce gerçekten yenecek bir şey yapmalıyım. Mutfağa gitmek için ayağa kalktığımda birden elimi tuttu.
"Gitme."
Gözlerim doldu.
"Gitmeyeceğim. Bu sefer bırakmayacağım seni..."
Gözümden yaşlar süzülürken onun yanına yaklaştım ve yüzünü okşadım. Annesi de böyle yaparmış, çok eskiden. Onları ondan koparan herkesin Allah belasını versin. Telefonumu alıp annemi aradım. Biraz fırça yedikten sonra kıçımı yırtarak da olsa Azralarda kalmak için izin alabildim. Daha sonra Azra'yı arayıp tembihledim çünkü anemin sağı solu belli olmaz. Islak bezleri değiştirdim, yere oturup kafamı kanepenin kenarına yasladım ve onu izledim.
Akşam olunca perdeleri çekip kulübenin kapısını kilitledim. Karanlık çöktü o uyuyor ve ben korkuyorum. Neden hala uyuyor? Dışarısı çok ıssız. Mutfakta bulabildiklerimle yiyecek bir şeyler hazırladım.
"Ateş, kalk hadi!"
Onu zar zor kaldırdım ve çorbayı falan içirdim. Suyu ve çantamdan çıkardığım ağrı kesici ateş üşürücü ilacı verdim. O tekrar uzanırken ben de biraz yemek yedim ve tekrar onun yanına gittim. Alnına minik bir öpücük bıraktım. Hala biraz ateşi vardı. Bezleri ıslatıp tekrar onun üzerine koydum. Telefonumu çıkartıp diğerlerinin yanına birkaç fotoğraf daha ekledim. Arada bir kâbus görmesinin dışında mışıl mışıl uyuyordu. Sessizce dışarıyı kontrol ettim. Kimse yok. Çok iyi. Korkum daha da artınca huzurlu olduğum yere, onun yanına, geçtim. Bana sarılıp beni kendine çekince onu uyandırmamak için hiç hareket etmedim ve sessizce, hareketsizce olduğum yerde durumumu bozmadan kaldım. Onun da yaşayamadıkları, ondan çalınan bir çocukluğu, vardı. Arada kâbus görüp sayıklıyordu. Saçlarını okşayıp alnına minik bir öpücük bıraktım ve ben de gözlerimi kapadım.
...
Gözlerimi araladığımda onunla burun burunaydık. Fazla hareket etmemeye çalışıp gözlerimi ovuşturdum. Çok az uyumuştum. Onun bu hali, beni çok üzüyordu. İğrenç kabuslar gören ne yazık ki ne sadece o ne de sadece bendim. O uyuyabilmişti en azından. Ama yaşadıklarım sürekli gözümün önündeydi. Sayamayacağım kadar çok kez kafamda patlayan bir silahla ve gözyaşlarıyla uyanmıştım uykumdan. Yerimde huzursuzca kıpırdandım. Onu uyandırmamaya çalışıp yanından kalktım, kilidi açıp dışarı çıktım. Kapıyı kapatıp biraz uzakta, tepenin uçurumunun kenarında, yere oturdum ve ayaklarımı uzattım. İki en fazla üç saat uyuyabildim ve uykum... Bir süre orada kaldım, daha aydınlanmamış gökyüzüne baktım, daha sonra dizlerimi kendime çekip kafamı dizime yasadım ve gözlerimi kapatırken tutmaya çalıştığım gözyaşlarım yanaklarımdan süzüldü, boğazımdaki düğümle hıçkırıklara boğuldum. Kısa bir süre sonra gözlerimi ovuşturdum, derin bir nefes alıp ayaklarımı uzattım ve gözyaşlarımı silip kendimi toparladım. Hemen arkamda hissettiğim hareketlilikle neredeyse ayağım kayıyordu. Bana sarılıp arkamdan beni kendine çekti. Ben de sırtımı onun gövdesine yasladım. Kokusu yetmişti onu tanımama. Derin bir nefes alıp verdim, boğazımı temizledim.
"Sen uyumuyor muydun?"
"Benim güzel prensesim kollarımın arasından kayıp gidecek ve ben de uyuyacağım. Asla!"
Çenemden tutup yüzümü ona çevirmemi sağladı.
"Sen ağladın mı?"
Gülümsedim.
"Hayır. Sen bıçaklandın mı? Fena yaralanmışsın."
"Daha kötü yaralarım da acılarım da olmuştu."
"Çok canın acıdı mı? Hala acıyor mu?"
"Maalesef pek dinmiyor."
"Bana bu iki gün içinde hiç yalan söyledin mi?"
"Ne alaka? Ve hayır, söylemedim."
Sözünü bitirmeden dudağına yapıştım. Geri çekilip yüzüne baktım.
"Öpersen geçer demiştin. Geçti mi?"
Bana sarıldı ve çenesini kafama yasladı. Kollarımı beline dolarken huzurla gözlerimi kapadım.
"Bakma sırası bende uyuyan güzel."
Beni kollarına aldıktan biraz sonra yumuşak bir zemine bırakıldığımı hissettim.
Ateş'in dilinden:
Geçmedi be güzelim. Dünya o kadar, senin kadar, masum değil ki. Çok saf. Melek gibiydi hatta gibi değil, o benim kanatsız meleğimdi. Bana sarılınca kafamı saçlarına gömüp kokusunu içime çektim. Bana kendini tamamen bırakınca uyuyakaldığını anladım. O kadar saat uyumazsa olacağı bu. Gerçi ne yapsın kız, benim yüzümden oldu her şey.
"Bakma sırası bende uyuyan güzel."
Onu kucağıma alıp kulübeye girdim ve onu kanepenin üzerine bıraktım. Üzerini örtüp dışarıya çıktım, sigaramı yaktım.
Su'nun dilinden:
Esneyip gülümseyerek gözlerimi araladım. Diğer tarafa döndüm kollarımı açıp iyice gerindim. Onu üstsüz görmemle tekrar gözlerimi kapadım, panikle arkama döndüm.
"Yan odada, çantamın içinde! Giysilerin var. Lütfen üstünü giyinir misin?"
Bir gülme sesi, adından poşet hışırtısı ve kapı kapanma sesi duydum. Tamam girdi içeri. Ben de kalkıp elimi yüzümü yıkadım. O da üzerini giyinip içeri girdi.
"Hah böyle daha iyi."
Gülümsedi.
"Sen de geç, değiştir üzerini."
"Tamam."
Odaya girip ben de üstümü değiştirdim. Saçımı falan da düzelttikten sonra tekrar salona girdim.
"Hadi gel, gidiyoruz."
"Nereye?"
"Şşt. Hadi."
Dediğini yapmak için tekrar eşyalarımın olduğu odaya girdim ve içeriden eşyalarımı aldım. Şüpheyle ona döndüm:
"Ateş. Sen iyisin değil mi?"
"İyiyim. Sen, acıkmadın mı?"
"Yani, evet."
Yanıma gelip elini belime doladı ve kulübeden çıktık. Kapıyı kilitleyip arabaya doğru yürüdük. Arabaya binince aklıma gelen yeni sorumu sordum ona:
"Bir yerin ağrıyor mu? Kullanabilecek misin arabayı?"
"Eh, sanırım."
"Ateş, boş ver ya. Ben kullanayım arabayı. Sen yanımda otur. Olmaz mı?"
"Bir düşüneyim. Hım, pek güvenli gelmiyor aslında. Ben kullanayım güzelim. Ben senin yanında zaten gayet iyiyim. Benim kullanmam daha sağlıklı olur. Hem bu araba farklı. Yani kullanmayı pek bilmiyorsun güzelim. Kullanamazsın."
"İyisin yani."
"Evet güzelim. Kemerini tak, gidelim hadi."
"Emin misin?"
"Eminim. Hadi kemerini tak bir tanem.
Dediğini yapıp kemerimi taktım ve arkama yaslanıp gözlerimi kapadım.
...
Sakin, pek kimsenin olmadığı bir kafeye gelmiştik. Çok hoş ve tatlıydı.
"Beğendin mi burayı?"
"Evet. Çok güzel."
Masalardan birine geçip aynı koltukta, yan yana oturduk. Mutlu, huzurluydum. Yiyeceklerimiz gelince yemeye başladık. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum çünkü ben yemek yiyor, o da beni izliyordu. Kızarınca kafamı başka yöne çevirdim. Daha sonra Ateş'i kesen kızı gördüm. Utanç dolu bakışlarım birden sertleşti ve lazer çıkarabilecek bir hal alıp keskinleşti. Eğer böyle devam ederse ben bu kızı keseceğim. O yanımda kahkahalara boğulunca daha da sinirlendim çünkü çok güzel gülüyor. Sinirle ağızına elimdeki ekmeği tıkıştırdım. Daha fazla dikkat çekmemeli. Sinirle önüme döndüm ve somurtup kaşlarımı çatarak hızla ağızıma bir şeyler tıkıştırdım. Yediklerim boğazıma takılınca nefesim kesildi ve öksürmeye başladım. Yerimde çırpınırken panikle ayağa kalktım. O da birden kalktı ve heimlich müdahalesini yaptı. Elini arkamdan yumruk şeklinde gözdeme yerleştirip birden bastırdı. Boğazıma takılan şeyi peçeteye çıkarttım ve kendimi geriye bıraktım. Bana sarıldı ve koltuğa oturturken ben de derin bir nefes aldım.
"İyi misin?"
"Hayır!"
Bana uzattığı sudan birkaç yudum aldım. Yanıma oturdu. Kolunu omuzuma atınca ben de kafamı onun gözdesine yasladım.
"Güzelim. Hadi bir şeyler ye."
"Yok ya. İştahım kalmadı zaten."
Çatalla peynirden bir dilim alıp bana yedirdi. Gülümsedim. İyi ki varsın.
"Gidelim mi? Geç kalıyoruz."
"Doydun mu?"
"Evet."
Masaya biraz para bıraktı. Pek de biraz değil ya neyse. Beraber arabaya bindik. Ne güzel(!) her gün ölümden dönüyorum ya! Ve sebebim de döndürenim de o oluyor. Kendi kendime gülümsedim. Okula varınca arabayı bir yere park etti. Beraber arabadan indik ve mesafeli bir şekilde okula girdik ve sınıfa doğru gitmeye başladık. Birden bir iki erkeğin bana pek hoş olmayan bir biçimde baktığını fark ettim. Huzursuzca gerildim ve yürümeye devam ettim. Birden biri arkamdan yaklaştı ve beni kendine yasladı, elini belime doladı. Bu Ateş. Beraber sınıfa girdik. Gözler üzerimizdeydi. Ama bir göz kıskançlık dolu ve daha farklı bakıyordu. A tahmin edin bakalım kim? Esra cadısı. Tek kaşım havada zaferle gülümsedim. Ah tatlım, o senin değil benim yanımda.

----------------------------------------------------------------------------------------------------

Merak etmeyin yıldızlarım sizi böyle çok da romantik sıkıcı bir hikayeye boğmayacağım. İlerleyen bölümlerde de heyecan sizlerle olacak. Bölümü beğendiyseniz minik yıldızları parlatın lütfen. Yıldızlar sizin kitabımı parlatmanızı sağlıyor. Görüşleriniz de her zaman önemli söylemek istedikleriniz olursa yorumlarda buluşabiliriz. Gelişmelerden ve bilgilendirmelerden haberdar olmak için beni takip edebilirsiniz. Neyse çok tutmayayım sizleri. Keyifli okumalar. :)

ATEŞ VE SUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin