“Geliyorum.” diye seslenirken daha alışmaya yeni başladığım dolabıma veda ediyordum. Kendimi neredeyse göçebe bir yaşama alıştırdığım sırada bu eve gelmek az da olsa içimde sahiplenme duygusunun öne çıkmasını sağlamıştı. Şimdiyse yine hiç bilmediğim bir yere gidiyordum. Orada ne kadar kalacağıma, kimlerle tanışacağıma dair hiçbir fikrim olmasa da uzun zaman sonra sosyalleşme fikri gözümü korkutuyordu. Bu sefer yanımda sadece Ezra olmayacaktı. Bu düşünce biraz da olsa beni rahatlatırken içimden ufak bir parçada “Ya daha kötü olursa?” diye bana şüpheli bakışlar gönderiyordu. Şüpheli parçamı yok etme çalışmalarına başlayarak daha yeni alışmaya başladığım kıyafetlerimi doldurduğum yeşil bavulun fermuarlarını çektim ve ayağa kaldırdım.
İlk başta Ezra’ya bavulun fazla büyük olmasından dolayı yakınmış olsam bile bazılarını neredeyse hiç giymediğim kıyafetler, kişisel eşyalar, havlular derken bavulun içi büyük ölçüde dolmuştu.
Ezra’ysa bana son iki gündür daha normal davranıyordu. Konu onunla benim aramdaki ilişki olunca her ne kadar ortaya pek normal bir şey çıkmasa da en azından uzun zamandır “Senden iğreniyorum iğrenç ruhlu yaratık” gibi şeyler söylemeyi kesmişti. Bunun yerine daha çok susuyor, ya da kötü davranıyordu. Bazen gözlerini uzun süre üzerimden ayırmıyor, inatla yüzümün her santimetresini ezberliyor gibiydi. Muhtemelen nefret ettiği bu yüzü beynine kazıyacaktı. Bana her baktığında benden daha çok nefret edecekti.
“Gece iki saattir seni bekliyoruz. Çık şu odadan getirtme beni oraya.”
Sabrının taştığını belli eden ses tonundan bana sinirli olduğunu anlamam çok kolay olmuştu. Son bir kez dolabın içini ve çekmeceleri kontrol ettikten sonra kısa süre de olsa beni ağırlayan odaya veda ettim ve dışarı çıktım. Valizi sürüyerek aşağı indirdikten sonra düşürmediğime dua ederek bahçede beni bekleyen Ezra ve Lena’nın yanına gittim.
Ezra her zaman ki gibi siyah bir kazak, siyah pantolon ve üzerineyse siyah deri ceket giymişti. Beyaz teninin yanında bu kadar çok siyaha bürünmesi onu her zaman ki gibi ürkütücü ve güzel göstermişti. Tek eliyle tuttuğu küçük valizin ne çok büyük ne de çok küçüktü. Sanki ona her şey yakışıyor gibiydi. Ben yanına gelirken gözleri sinirle gözlerime bakıyordu.
Lena’ysa onu tanıdığım kısa sürenin yüzde doksanlık kısmında yaptığı gibi normaldi. Yüzünde ufak bir tebessüm var gibiydi, ne üzgündü ne de mutlu. Altındaki siyah pantolonun üzerine giydiği lacivert trençkotunun içinden yine lacivert kazağını görebiliyordum. Onu ilk gördüğümde de bu kıyafetleri giyiyordu. Siyah saçları olabildiğince düzdü, Ezra’nın ve benim gözlerime kıyasla kahverengi gözlerinde ufak bir parıltı vardı.
Ezra “Sonunda gelebildin.” Dedikten sonra bahçenin kapısına doğru yürümeye başladı. Lena arkasından giderken ben de peşlerine takıldım.
Dışarı çıktığımızda etrafta araba ya da motora benzer bir şey görememiştim. Bir an yoksa uçarak gidip beni de burada bırakılar mı acaba diye düşünsem de Ezra normal insanların bunu görmekten pek hoşnut olmayacaklarını söylemişti. Böyle bir risk alacaklarını düşünmeyen beynim nasıl gideceğiz sorusuna cevap aramaya devam etti.
Sormak her ne kadar en kolay cevap olsa bile Ezra’nın cevap verip vermeyeceğinden bile emin değildim. Sanki her ağzımı açışımda çocuğun kalbine inme iniyordu. Böylesine bir bıkkınlık olamazdı.
Ezra ve Lena sanki gökten bir peri inip “Bugün şeytanımsı varlıkları okullarına götürmeye karar verdim.” Diyecekmiş gibi etrafa boş bakışlar atıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÆRA
FantasySiyah gözlerin içine kazınmış hikayemi bir kez daha okudum. Karanlığın ilmek ilmek, özenle işlendiği gözler gözlerimle kavruluyor, ruhlarımızla harmanlanıyordu. Sesimin titrediğini hissettiğim anda nefesimi düzene sokmaya çalıştım ve devam ettim. ...