"Gece artık kalkmalısın birtanem, okula geç kalacaksın."
Ailem Duru'nun ölümünden sonra üzerime gelmemişti. Benim tepkisizliğim, duygusuz tavırlarım karşısında onlar daha çok ilgi göstermeye başlamışlardı hatta. Annemin yumuşak sesini duyduktan sonra ağlayarak uyuduğum bir gecenin daha sonuna geldiğimi anladım. Kalkmak istemiyordum. Yüzümü yıkamak, kahvaltı yapmak, üzerimi giyinip okula gitmek. Aslında bakarsak nefes almak bile istemiyordum her gün olduğu gibi. Uyuyan güzel masalının hiç uyanmayan çirkin versiyonu gibi birşey olduğunu bilseydim kesinlikle alırdım bir dal. "Gece lütfen artık hadi kalkar mısın?" dedi annem ben hala yorganı üstüme çekmiş sanki beni bir daha kimse rahatsız etmeyecekmişçesine hareketsizce yatarken. Lanet olsun ki kalkmam gerekiyordu, o yüzü yıkamak, giyinmek, kahvaltı yapmak ve onun olmadığı bir okula tekrar adım atmak. Çapaklı gözlerimi yavaşça açıp yatağımda doğruldum ve ciddi anlamda üşengeç bir tavırla elimi yüzümü yıkadım. Bana kalsa okula pijamayla bile gidebilirdim. Önemli olan dersleri dinlemek ve odaklanmak değil miydi sonuç olarak, bence öğrenciler en rahat edecekleri kıyafetlerle okula gitmeliydiler ki benim için bu listenin en başında pijamalarım geliyordu. Dolabımdan bana en yakın olan siyah pantolonumu ve lacivert tonlarındaki kazağımı giydim. Hafif dalgalı siyah saçlarıma tarağı ufaktan dokundurdum. En azından insanların iğrenmeyeceği derecede bir berbatlıktaydım, gözlerim az da olsa ağlamaktan şişmişti ve ben sabahları kesinlikle güzel görünen insanlardan değildim.Çantamı omzuma alarak odamdan çıktım ve kapıya doğru ilerledim. Kahvaltı etmeyi sevmezdim, insan sabahları nasıl birşey yiyebilirdiki. Beynim bile tam uyanamamışken midemden uyanmasını ve birşeyler sindirmesini bekleyemezdim değil mi?
"Anne ben çıkıyorum. Görüşürüz." dedim mutfağa doğru bağırarak. Annemin beni kahvaltı etmem için ikna etme çabalarından yine bir kazanan olarak dışarıya çıktığımda soğuk hava yüzüme bir tokat gibi vurdu. Havanın ne ara bu derece bir soğukluğa ulaştığını bile bilmiyordum, belkide artık hiçbir şeyi takip etmediğim için, görüyor, duyuyor, hissediyordum belki. Ama dışarıya yansıttığım umursamazlık, sanki hiçbirşey hissetmiyormuşum gibi. Hiçbirşeyin anlamı yok, sadece bedenin yeme, içme ihtiyaçlarını karşılayan, soğuk bir beden, duygusuz bir ruh. İşte son beş aydır görünen ben buydum. Belki annem duyuyordu gece ağladığımı, belki o yüzden hiç kızmıyordu bana. Birşey söylemem, birşey istemem için gözümün içine bakıyorlardı. Mutlu olmam için belki de. Mutluluk. O kadar uzak ki bana şu an. Gerçekten mutlu hissetmek, hissetmiyor gibi görünen bir insan için zor bir şey değil mi?
*
Her zamanki soğukluğumla çıkış kapısına doğru yürüdüm. İnsanlar, öğrenciler.. Gülümseyen arkadaşlar, her zaman Duru'yla birlikte tüm tenefüslerimizi yanında muhabbet ederek geçirdiğimiz kantin görevlisi o iyi insan Yavuz abi bile daha bir acı geliyordu bana artık. Gidemiyordum onun yanına tek başıma. Korkuyordum çünkü, Duru olmayacaktı çünkü bu sefer. Her gün yaptığım gibi boş bir gün daha geçirmiştim bugün. Anlamsız geliyordu çünkü. Eskiden sürekli gülümseyen, hayat dolu benin şimdi bir kukladan farkı yoktu sanki. Merdivenleri ağır adımlarla çıktıktan sonra yürümeye devam ettim. Duru'ya gidecektim yine. Onun yanına gidip hayatın onsuz ne kadar anlamsız, boş olduğunu anlatacaktım yine ona. Belki çiçeklerini sulardım yine. Onun en sevdiğim çiçek şudur gibi bir şeyi yoktu, hepsini severdi. Bu yüzden olabildiğince fazla türden koymuştuk mezarına. Yaklaşık on beş dakika kadar yürüdükten sonra o soğuk, yalnız mezarlığa yine gelmiştim. Bana en yakın olan kapısından içeri girdim ve onun olduğu yere doğru yürümeye başladım. Mezar taşları, her birinde farklı bir isim, büyüğü küçüğü.. Bazılarının sadece kuru bir tahta sayesinde belli olması. Buraya sürekli geldiğim için düşünmeye vaktim bol oluyordu, sürekli yaptığım şey değil miydi bu zaten? Farklı hayatlar, ölen bir çok insan. Peki ya biz? Geride kalanlar? Ölen insanların arkalarında bıraktıkları insanlardan götürdükleri ruhun, mutluluğun mezarı neden yoktu?
Yavaşça onun mezarına doğru yürüdüm. Beyaz bir taş, Duru Demirhan. Doğum tarihi ve ölüm tarihi. İşte bu kadardı bir insanın hayatı, beyaz bir mezar taşı kadar. Bazıları ona bile sahip değildi. Geri kalanların akıp giden gözyaşlarının bir mezarı yoktu ama, kendini ölü hisseden ruhlarının.. Sanki onu uyandıracakmışım gibi ağır hareketlerle soğuk ve donuk mezar taşının yanına oturdum. Keşke uyandırabilseydim onu, uyanabilecek olsaydı keşke.
"Merhaba Duru, nasılsın? Şimdi bugün neler olduğunu anlatırdım ama her zamanki gibi hiçbir şey olmadı Duru, olmuyor. Sen yokken hiçbir şeyin anlamı olmuyor. Okula gittim yine, senin yokluğun o kadar belli ki. Beni duyuyor musun acaba diye kendime soruyorum bazen, kendime sorarken de seninle konuşuyorum aynı zamanda. Hani ilkokuldayken üç kıza gıcık oluyoruz diye oturdukları banka çamur sürmüştük. Sonra montlarını pembe simlerle boyamış ve dedektifmişiz gibi kanıtları yok edicez diye makaslarla kutuları kesip çöpe atmıştık, hatırlıyor musun Duru? Dün gece rüyamda o zamanlarımızı gördüm. Ben çamur sürüyordum, sen de eskisi gibi yanımda beni bekliyordun. Ama bu sefer arkamı döndüğümde sen yoktun Duru. Sana tamamdır şimdi gidelim diyemedim Duru. O gecedeydim yine. Sana demiştim değil mi, gece yolculuklarını sevmiyorum diye. Birşey olmaz demiştin, oldu işte Duru. Neden haklı çıkmadın ki her zamanki gibi. Neden benim boş bir kuruntum olmadı ki bu? Hem o kaza nasıl oldu Duru? Hatırlamıyorum, lanet olsun ki hatırlamıyorum. Rüyamda arkamı döndüğümde sen yine yerde yatıyordun Duru. Arabanız yine bariyerlere çarpmıştı, yine ateş vardı. Kan vardı Duru, senin kanın. Neden uyanmadın ki o gece, neden adımdan bu kadar nefret ettirdin ki beni o gece? Rüyamda yine gittin Duru. Ama ne var biliyor musun, ben kolyemle hala konuşuyorum Duru. Umarım beni duyuyosundur. Şimdi gitmek zorundayım, biliyorum saçma ama korkma burdan tamam mı, çünkü bana hiç alışılacak bir yermiş gibi gelmiyor. Yalnız değilsin, yarın tekrar gelirim Duru. Kendine iyi bak, ne kadar bakabilirsen. Görüşürüz."
Yanaklarımdan süzülen sıcak gözyaşlarıma karşın kendimi sıkarak ağlamamaya çalışıyordum. Hiç bitmiyordu bu gözyaşı denen şey, içimdeki acı bitmediği sürece o da bitmeyecekti sanki. Hiç pes etmiyordu. Koşarak mezarlıktan çıktım ve eve doğru yürümeye başladım. Hava kış olduğu için çok erken saatte kararıyordu ve soğuktu. Karanlık havaya inat yapıyormuş gibi hızlı adımlarla yürümeye başladım, ki o sesi duyana kadar.
"Bu saatte nereye güzelim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÆRA
FantasySiyah gözlerin içine kazınmış hikayemi bir kez daha okudum. Karanlığın ilmek ilmek, özenle işlendiği gözler gözlerimle kavruluyor, ruhlarımızla harmanlanıyordu. Sesimin titrediğini hissettiğim anda nefesimi düzene sokmaya çalıştım ve devam ettim. ...