Hisler

1.7K 114 19
                                    


Huzur. Sahi, huzurun tanımı nedir ki? Biri bana bunu son günlerde soracak olsaydı, vücudumun adrenalin hormonu salgılamadığı her an diyebilirdim sanırım. Ezra hayatıma girdiğinden beri ya ölecek oluyor, ya kafama uçan tekme yiyor ya da daha isimlendiremediğim bir his tarafından ele geçirilip doğaüstü varlıklar üzerinde kasapçılık oynuyordum resmen. Birilerinin benim yok olmamı istiyor olmasına alıştığım gerçeği bir yana, bir de bunu hayatımda rutinleştirmiştim. Kendime bir ajanda alıp içinde "Bugün saat sekizde üç kæra tarafından dayak yiyeceğim." gibi planlamalar yapabilirdim. Hatta bazen gece yatmadan önce elime bir tesbih alıp, bugün de ölmedik elhamdülillah diye kendi kendime konuşasım bile geliyordu. Daha bir ay önce Duru'nun yokluğunda huzur kelimesi benim kitabımda yazmaz triplerindeyken, şimdi tehlikede olmadığım her an benim için huzur doluydu.

Ta ki şu ana kadar.

Bu his neyin nesiydi bilmiyordum, ama içime yaydığı sıcaklık huzur ve güvenin ta kendisiydi. Oysa bu ilk defa kafamı birinin göğsüne dayayıp uyumam değildi, annemin, babamın ve hatta Duru'nun omzuna bile kafamı yaslayıp uyukladığım vardı. Elbette onlarda huzurlu, rahat ve güvende hissettirmişti.

Ama bu his.

İçimi yumuşak bir sıcaklıkla dolduruyor, sanki kalbimin çok hızlanmasını sağlarken onu aynı zamanda çok yavaşlatıyordu. Sanki içimde kocaman bir peluş ayıcık vardı da, ruhuma sarılıyordu. Sanki o ayıcık beni her şeyden koruyacakmış gibi, bana gelen kurşunlar onun yumuşak pamuğunda kaybolacakmış gibi güven ve huzur doluydu bu his. Kulaklarım sonsuza kadar siyah pamukların içinde, gri bir bulutun arkasında kalmış kalp atışını dinlemek ister gibi, nefes almamdan bile rahatsız olur duruma gelmişlerdi.

Kalp atması, dünyanın en normal şeylerinden biri değil miydi? Kalp atar, kan tüm vücuda pompalanır. Bitti. Kalp atar, kan tüm vücuda pompalanır. Bitti.

Neden bu kadar huzurluydu?

Kalkmam gerektiğini biliyordum, on beş dakika demişti. Ya ben kalkacaktım ya da o beni tepikleyerek uyandıracaktı. Neden böyle olmak zorundaydı ki?

Ve asıl önemlisi, neden ben bunun sonsuza kadar sürmesini istiyordum?

Olmazdı, onun hakkında böyle düşünmemeliydim. Ne zaman umutlansam, yine ben üzülüyordum. Değer miydi gerçekten?

O bir psikopat. O kötü. O iyi biri değil.

İçimden beşe kadar saydım ve kafamı Ezra'nın göğsünden uzaklaştırdım.

"İki dakikan daha var. Heyecandan saymayı unutmuş olman da benim cazibemin bir etkisi tabii."

Yüzüme ufak da olsa bir tebessüm yerleşirken "Yağ dolu yağ, yastık gibi mübarek, o yüzden mayıştım biraz." diye mırıldandım. Yalan. Kilosu tam dengedeydi ve fazlası yoktu. Hatta ilk kafamı koyduğumda şaşkınlıktan kaskatı kesilmişti.

"Yağmış, şuna bak hele bir altmış boyu var konuşuyor. Kas onlar kas. İki tepiklesem yuvarlanarak gideceksin okula kızım, bana ne yağını anlatıyorsun?"

Hele demesine mi gülsem, bana kilolu diyor diye kızsam mı, yoksa sadece eğlenen sesinden huzur mu bulsam diye düşünürken üçüncü seçeneği seçtim. Bana kızgın olmadığı, bir çöpmüşüm gibi davranmadığı zamanları seviyordum. Her zaman kaskatı duran sert yüzünde mimiklerinin suçlu bakışlar atarak ortaya çıkardığı o küçük tebessüm beni mutlu etmeye yetmişti.

KÆRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin