Köprü

5.3K 228 12
                                    

Joy Williams - Speaking a dead language

Siyah kanatlardan dökülen bir tüy, iki tüy, üç tüy, dört tüy..

Acaba Ezra kanatlarını tarıyor muydu?

Bir an aklımda Ezra’nın o kanatları yıkadığı, saç kurutma makinesiyle kuruttuğu hatta taradığı canlandı. Hayalimde ki Ezra yine soğuk bakıyordu, boş bakışlarla siyah kanatları yıkıyor, aynı boş bakışlarla onları tarıyordu.

Acaba siyah kanatlar sırtıyla nasıl bir birleşme noktasına sahipti, gökyüzüne doğru açılırken canını acıtmıyor muydu? Birkaç saniye Ezra’nın kaslı vücudunun içinde siyah kanatların var olduğunu düşündüm.

Saçmalamaya başlamıştım.

Ne zaman uykusuz kalsam veya uyuyamasam böyle olurdu, saçmalardım.

Kendimi yattığım koltuğun üzerinde sırtüstü yatacak şekilde doksan derece çevirdim ve sıcak battaniyeyi üzerime çektim. Ertesi gün Mirel denilen bir büyücüye gitmek için yola çıkacağımızı ve dinlenmem gerektiğini söylemişti ama bense tam aksine uyuyamıyordum. Saatlerdir çabalamama rağmen bir sonuca varamamıştım, hatta uyumak için Ezra’nın kanatlarından dökülen tüyleri bile saymıştım. Büyük ölçüde iyileştiğimden midir, yoksa günlerdir tekrarlı olarak uyuduğumdan mıdır bilmediğim bir şekilde hiç uykum yok gibiydi. Hatta normale göre çok daha fazla enerjiktim.

Karanlık odada tavanı seyrederken oflayarak ayağa kalktım. Ezra’yı uyandırmadan mutfaktan bir şeyler atıştırabilirdim. Hatta belki salonun ortasında duran tozlanmış televizyonu çalıştırabilirim diye düşünsem de bu düşünceyi hemen uzak köşelere savurdum. Bir de uyuz Ezra’yla gecenin bu saatinde televizyonu açarak ne yapmaya çalışıyorsun tartışması yapamazdım.

Ses çıkarmamaya özen göstererek odadan çıktım ve mutfağa doğru ilerledim. Bir süre ışığı açıp açmamakta kararsız kalsam da karanlıkta her şeyi daha fazla berbat edeceğimi düşünerek lambayı yaktım. Karanlığın yoğun siyahına alışmış gözlerim anında kısılırken buzdolabının yanına gittim.  Kapağı açıp içindeki abur cuburlara göz gezdirirken yarım saat başında dikilmemeyi kendime öğütleyerek elime bir kutu vişneli meyve suyu ve çikolata aldım. Daha sonra yan dolaptan bir paket bisküvi çıkarıp elimdekileri tabak ve bardağa koymak üzere tezgâhın önüne gittim.

Yaklaşık iki dakika için de bisküviyi tabağa koyup, meyve suyunu bir bardağa katmış ve çikolatayı da tabağın kenarına koymuştum. Bana kalsa bu kadar sağlıksız beslenen biri olarak şu ana kadar ölmemiş olmam bile bir mucizeydi.

Elimdeki tabak ve bardakla birlikte mutfak masasına geçerken masanın üzerindeki kitap dikkatimi çekmişti.

Bu Ezra’nın beni tehdit etmesinden önce büyük bir dikkatle okuduğu kitaptı.

Kim bilir, belki de burada okudukları o kadar sinirlenmesinde ufak da olsa bir rol oynamıştı. Sandalyeye rahat edeceğim bir şekilde yerleşip, her ne kadar tereddütte kalsam da eski ve kalın kapaklı kitabı incelemeye karar verdim.

Çikolata taneli bisküvilerden bir tanesini ağzıma atarken kalın kitabın kapağını açtım.

Tabiî ki de Türkçe değildi.

Sarılaşmış sayfanın ortasında anlamadığım bir dilde yazan cümleyi es geçerek diğer sayfalara geçtim. Ben kitaba mal bakışlar atarken hızla geçtiğim sayfalardaki bir resim dikkatimi çekti. Diğer sayfalarını şekilli yazılar ve garip semboller kaplasa da bu sayfada iki insan vardı. Resimde gökyüzü yoktu, evler veya çimenler. Yer taştandı, çizimde en fazla bu kadar güzel görünebilecek kanatları olan bir kız karşısında duran adama bakıyordu. Kızın siyah saçları vardı, bir kara kalem çalışması olduğu belli olan bu resimde siyahı en yoğun şekilde yansıtan şey kızın saçlarıydı. Kanatları Ezra’nınkilerle karşılaştırıldığında daha küçük kalıyordu,  sinirliydi. Yüz ifadesi karanlık ve nefret dolu görünüyordu. Karşısında duran adamsa ona nazaran çok daha garip bakıyordu. Kısa saçları ve düzgün kaşları vardı. Kalıplı bir bedeni vardı ama kızın nefreti karşısında ne şaşkın ne de korkmuştu. Bir karşılık verecek gibi değil de sakin bakıyordu.

KÆRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin