Grace Radiant

26 12 0
                                    

Annesinin kulübesindeki sessizlikle dolu dördüncü saatin sonlarına doğru hava iyice kararmış, burnunun dibini görmek için mumları yakmak zorunda kalmıştı Grace. Bunun yanında, havanın buraya en son geldiği kadar soğuk olmamasına minnettardı. Nedenini bilmiyordu ama şu anki olayın heyecanı geçince annesi bunun da açıklamasını yapardı elbette.

Bu sözleşme ya da her neyse haddinden fazla uzun sürmüştü. Birkaç kere dayanamayıp kapıyı çalacak oldu ama Johan kıza her seferinde engel olmuştu.

Kulübeye gelirken annesinin söyledikleri çok açıktı; ölüm kalım meselesi olmadıkça rahatsız etmemeleri gerekiyordu. Pek çok kez, sıkıntıdan ölmenin de bu duruma dahil olup olmadığını düşündü Grace ama tanrılar ve onlarla yapılan anlaşmaların bu gibi insanî duygulardan muaf olduğu fikri akla daha yatkındı.

Sadece sıkılmış olmayı pekâlâ kaldırabilirdi. Fakat korkuyu kaldıramıyordu; attıkları her adım öncekinden onlarca kat daha büyük tehlikeleri beraberinde getiriyordu ve şu anda bir tanrının yapığı büyüyü diğeri bozmaya çalışırken eli kolu bağlı burada oturmak zorundaydı.

Bir hafta öncesini düşündü, dertleri ne kadar da komik geliyordu şimdiye kıyasla. Gerçi pek değişen bir şey olmamıştı; İnowrocław'da tek başına hayatta kalmaya çalışan bir kızdan, genel olarak hayatta kalmaya çalışan bir kıza, yiyecek bir şeyler bulup bulamama korkusu, başkalarının onları yiyecek bir şeyler olarak görüp görmemesine dönüşmüştü. İşin garip yanı hangi hayatı tercih ettiğini bilmiyordu.

"Duydun mu?" dedi Johan kısık bir sesle.

İstemsizce fısıldadı o da. "Neyi duydum mu?"

Gözleriyle kapıyı işaret etti arkadaşı, olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordu. Çocuğun ayağa kalkışını izlerken daha dikkatli dinlemeye çalıştı; ufak pençeler kapıyı eşeliyordu sanki.

Pençeleme sesleri Johan kapıya yaklaştıkça daha da şiddetlendi. Nefeslerini tutup bir süre birbirlerine baktıktan sonra, eliyle geri çekilmesini işaret etti Grace.

Geriye atılan her adımda eşeleme yavaşladı. Kapıdan bir metre kadar uzaklaştıklarındaysa pençe darbeleri tamamen durmuştu. Fakat ancak nefes almazsa bayılacak duruma gelene kadar nefes almadı ikisi de.

Fenrir ağzında üç tane şeftaliyle içeri atlayana kadar kapının arkasındakinin kim olduğundan bihaberlerdi.

Johan bir saniye bile düşünmeden kılıcını çekip hayvanın üstüne atladı. Fenrir gözünün önünde havaya karıştı ve çocuğun arkasında bitti, kılıç darbesi sadece havayı kesmişti.

Boynuzlu tilki Johan'ın üstüne atlayıp onu tek hamlede yere yapıştırdı. Ağzındaki meyveleri yere bırakıp kafasından kocaman bir ısırık almak üzere ağzını açtı hayvan.

"Fenrir," diye bağırdı Grace. "O düşman değil!"

Sesi duyan tilki anında kıza dönüp ona doğru koştu. Yakınlarına gelince etrafında tur atıp kuyruğunu sallamaya başladı.

Sinirle ayağa kalktı Johan. "Fenrir de ne, amına koyayım?"

Dikkatini yine çocuğa çevirdi tilki, hırlar gibi bir ses çıkartıyordu artık. Grace hayvanın kürkünü okşayıp sakinleştirmeye çalıştı.

"Ne kadar ayıp Johan, Fenrir buradaki en iyi arkadaşım. Hem bak bize meyve de getirmiş."

Yere oturup bir meyveden bir ısırık aldı Johan. Kalan ikisini Fenrir, ağzıyla Grace'e taşıdı. İkisini de kızın önüne bıraktı ve beklemeye başladı.

Ancak Grace şeftaliden bir ısırık alınca Fenrir de yerdekini kemirmeye başladı. Hayvanın sadakati yeni bir şey değildi ama böylesine semirmiş olmasına çok şaşırmıştı kız. Son geldiğinden bu yana tilkinin görünüşü de tavırları kadar değişmişti.

Direniş Serisi: PiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin