Aaron Cornelius

245 41 850
                                    

Bu kısmı günlük gibi kullanmaya çok fazla meyilli olduğumu fark ettim bu bölümü atarken. Ancak okuyucularımın, süreç hakkındaki sızlanmalarımı dinlemek zorunda olmayan insanlar olduğunu onlarca kez kendime hatırlattıktan sonra, tahmin edebileceğiniz üzere pek de kolay değildi, kısa tutmak konusunda karar kılabildim. Sizden ufak ricam her zamankiyle aynı; lütfen daha iyi olmam için kusurlarımı göstermekten çekinmeyin, alınmam ya da gücenmem. Yapıcı her türlü eleştiri benim için altın niteliğindedir çünkü. Lafı fazla uzatmadan, iyi okumalar diliyor ve okurken bol bol eğlenmenizi temenni ediyorum.

Akşam saat beş gibi bindiği arabadan iki saat kadar sonra indiğinde, Aaron'un bacakları oturmaktan iyice uyuşmuş, yol boyunca güvenlik önlemi olarak takmak zorunda olduğu göz bandı suratını izler içinde bırakmıştı. Tabii bunların ikisi de içinde bir şeylerin çok fazla yanlış gideceğini haykıran hissin aksine, kolaylıkla başa çıkılabilecek sorunlardı. Bir parçası cemiyetin bu denli gizli oluşuna hiç anlam veremiyor, böyle bir yerde bulunmak istemiyordu. Fakat dönmek için çok geçti artık.

Cemiyetin merkez binası, nerede olduğu meçhul bir ormanın içinde, en tepe noktası yerden altmış metre yüksekte biten oldukça görkemli bir yapıydı. Aaron binanın siyah tuğlalarına baktığında açık ara etraftaki en sağlam şeyin o olduğuna inanırken buldu kendini. Etraftaki diğer her şey yıkılsa bile bu bina sonsuza kadar ayakta kalacak ve içindekilerin güvenliğini sağlayacak gibiydi. O kadar ki çocuk, az önce burada bulunmak istemeyen ve bir şeylerin kötü gideceğine inanan haline öfke duymaya başladı.

"Nadide bir sanat eseri değil mi, Aaron?"

Aaron binaya hayran hayran bakmayı bırakıp sesin geldiği yöne doğru döndü. Ses Gordon Amca'ya aitti. Yanında oğlu Johan ile az önce indikleri siyah cipten binaya doğru ilerliyorlardı.

"Mimarlar gerçekten çok iyi bir iş çıkartmış Baş Rahip Simmons."

Konuşurken istemsizce yere baktı, adamın gözlerinin içine bakacak cesareti bulamamıştı. İlkel bir içgüdü onu engellemişti sanki.

Baş Rahip Simmons, elini Aaron'un omzuna attı atarken güldü. "Saygını takdir ediyorum evlat. Bu tarz davranışlar seni cemiyet içinde oldukça yükseğe taşır. Fakat ben, hiç değilse sana karşı, Baş Rahip yerine Gordon amca olmayı tercih ederim. Seni kendi oğlumdan ayrı tutmam Aaron, bilirsin."

Aslında adam oldukça haklıydı; Gordon Amca, ailesini kaybettiği günden itibaren bir babadan farksız olmuştu onun için. Kimsesizler yurdunda geçirdiği sürede neredeyse her hafta, hatta bazen haftada iki kere Aaron'u ziyarete gelirdi. Ölümü kabullenişinin ardından yurttan çıkana kadarki süreyi, bir şekilde çekilir kılan tek şey Gordon amca ve Aaron'dan bir yaş küçük oğlu Johan'ın ziyaretleriydi. On altı yaşında, yurdu terk ettiğinde, ona eski mahallesine oldukça yakın bir ev ayarlayacak ve banka hesabına aylık olarak yüklü miktarlarda ödeme yapacak kadar nazik davranmıştı adam. Aaron hiçbir zaman değirmenin suyunun nereden geldiğini sormadı, kurcalamaması gerektiği bir şey olduğunda bunu anlayabilecek kadar akıllıydı.

Tabii bunların yanında, Inowrocław'da tek başına yaşamak içindeki boşluğu doldurmaya yetecek bir şey değildi kesinlikle ama arada sırada Gordon Amca'yı ziyarete Londra'ya gittiği de oluyordu.

Aaron, Gordon Amca ve Johan bahçedeki ufak selamlaşmalarının ardından binanın içine yürüdüler. Kapılar açıldığında küçük dilini yutacak gibi oldu Aaron, içerisi fevkalade görünüyordu; sade ama tehditkâr.

İçeri girdiklerinde Gordon, cemiyetin en üst mevkilerine ayrılmış bir masaya giderken çocuklar da onu takip etti. Altı kişilik masa, örtüsünün etrafındaki işlemeleri Aaron'un loş ışıktan pek de iyi seçemediği bir örtüye bürünmüş, üstündeki şamdana beş adet mum konmuştu. Fakat masayı asıl özel yapan etrafında oturanlardı, sadece bir tanesini yüz yüze görse de her birinin kim olduğunu biliyordu çocuk.

Direniş Serisi: PiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin