Aaron Cornelius

40 17 0
                                    

Geçen günlerde ölümün ne kadar yaygın bir tema haline geldiğini düşündü Aaron. Ailesinin ölümünden sonra kendisini ait hissedeceği bir yer bulmak için çıktığı yol onu dehşet bir çıkmaza sürüklemişti. Daha on dokuz yaşındaydı ve hangi tarafta olduğunu dahi anlayamadığı bir çatışmanın ortasında kalmıştı. Hepsi yetmezmiş gibi göğsündeki ok yarası vardı bir de. Aniden bastıran acizlik hissine engel olamadı.

İşin sonunun neye benzeyeceğine dair bir merak kapladı içini, zaten er ya da geç öğrenecekti. Cemiyetin ondan bir şeyler istediğinden emindi artık, o tatlı tavırları bir anlam kazanmıştı kazanmasına ama ne olduğunu bilmiyordu.

İçinde bulunduğu kaotik duruma gülmeden edemedi Aaron; kafasındaki her cevabın başka onlarca soruya zemin hazırladığı bir gündü ve curcuna daha yeni başlıyordu. Gordon Simmons'ın evine, Londra'ya vardıklarında olacakları düşünmek bile istemedi. Fakat Pollyannacılık oynamak gerekirse, artık en azından bir görevi vardı. Gerçi, şu tanrıçayı bulamadıkları durumda yirmi birinci günün ne aydın ne de mehtabın olmadığı bir gece kadar karanlık olmasının pek de bir önemi yoktu ama yine de umudunu yüksek tutmaya çalıştı Aaron. Hayatta kalma arzusu pes etmesini önlüyordu.

Camille'in anlattıklarından sonra ölmek de pek sorun değildi zaten. Belki o ölürse Direniş hayatta kalırdı. O kadar masum insanın sadece kendisi hayatta kalsın diye ölmesine göz yummayacaktı tabii ki. Hem, belki ölüm ailesine tekrardan kavuşması için bir hediye bile olabilirdi, kaderin Aaron'un mutlu sonu için bambaşka şeyler hazırlamış olması bir ihtimaldi her zaman için.

Kafasındaki koyu düşünce bulutuna aldırmamaya çalıştı. Berrak bir öğlen havası vardı ve bir hedeflerinin olması, olmamasından kat kat daha iyiydi. Her ne kadar hedefleri, oldukça tehlikeli olsa da şimdiye kadar atlattıklarını düşününce içindeki umudun diri kalması mümkündü. Direnişin ona ufak bir hediyesi olan kılıcın kabzasıyla oynarken camı araladı ve önlerindeki yolun hızlı bitmesini umdu. Eğer bu on altı gün son on altı günüyse acele etmeleri gerekiyordu.

N205'in sonuna geldiklerinde Arve Nehri tüm ihtişamıyla parlıyordu. Kesinlikle dünyanın en temiz suyu değildi ama gözünün gördüğü her yere uzanıyordu. Boyutlarında etkilenmemek elde değildi.

"Gerçek bir mucize." dedi Aaron.

"Sen bir de Rhône'le kesiştiği kısımları gör. Dudak uçuklatıcı."

Grace paketten bir parça but çıkartıp kemirmeye başladı. "Tur rehberi Camille Gauthier alınmasın ama ortadan bölünen denizler ve nehirlerle ilgili hikayeler iki bin beş yüz yıl kadar demode ama yolumuzun üstündeyse belki yiyecek bir şeyler bakmak için durup manzarayı seyredebiliriz."

"Elinde hala bir but var Grace. Ek olarak tur rehberi Camille Gauthier bir dinin mensubu değil. Fakat mitlerden etkilenmek için inancı taşımana gerek yok."

"Tabii canım," dedi Grace. "Kesinlikle bir tarikattan kaçıp nerede dahi olduğunu bilmediğimiz bir tanrıçanın peşinde değiliz. Uyandırayım istersen; şu etkilendiğin mitlerden birinin içinde yaşıyoruz."

Dinler hakkında konuşmak özellikle de bir tanrıyla yeni karşılaşmış olduğu şu dönemde Aaron'a komik gelmişti. Ha birde şu ölüm döşeğindeki tanrıça mevzusu vardı. Kaç taneydi ki bunlar? Düşünmemeye çalıştı. Semavi varlıklarla yeterince haşır neşir olmuştu bu noktaya kadar. Şu anki dertleri etten kemikten biriydi. Gordon'la bir an önce yüzleşmek istiyordu.

"Ne kadar yolumuz kaldı?"

"Sakin ol tarikat çocuk. Daha yola yeni çıktık."

"Evet, uzunca bir yolumuz var. Aslında boş boş geçirmek için fazla uzun." diye onayladı Grace'i Camille. "Neden bize kehaneti nasıl çözdüğünü anlatmıyorsun?"

Direniş Serisi: PiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin